• DOLAR 32.57
  • EURO 35.003
  • ALTIN 2451.939
  • ...
Gelecekten Masallar:  Kör Gözler
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Çok şaşırmayın, ben de sizin gibi afallamıştım ilk duyduğumda. Ama sebepler dünyasında yaşıyoruz. Bazı insanların gerçekten kutsal sebepleri var ve maddi düşünen zihinlerin anlamakta zorlanmaları doğaldır.

Lafı çok uzatmayayım ve sizi daha çok merakta bırakmadan anlatayım. Yayınevine yetişmesi gereken tercümeyi takip etmek için Salih Hocaya gitmiştim. Onun tercüme ettiği kitabı alacaktım. Büro olarak da kullandığı evine vardığımda henüz hazır olmadığını görmüş ve endişeye kapılmıştım. Kitap basılıp fuara yetişmesi gerekiyordu. Endişeli halimi fark edince sadece gülümsedi ve beni sakinleştirmek için; “Azizim merak etme, bana sadece bir gözlük lazım. Hemen şimdi almaya gidelim. İçin rahat olsun, sadece iki gün çalışırsam yeter” dedi.

Masasına baktım, kaç gündür çalışmadığı her halinden belliydi. Nedense halini ahvalini sormadığımı hatırladım ve utandım. “Hocam özür dilerim, telaştan sizi sormadım bile. Umarım gözlüğünüz dışında bir sorununuz yoktur?”

Gözlükçüye gitmek üzere arabaya bindik. Hemen yakınlarda bir tane vardı. Oraya park ettik. Gözlükçü numarayı sorduğunda Salih Hoca gülümsedi. “Ben deneyerek seçeceğim ve ucuz bir şey alacağım. Gözlüğüm var ama bulamıyorum. Nereye koyduğumu bulabilmek için de olsa şimdilik geçici ve ucuz bir tane alayım. Eğer bulamazsam sonra gelir daha düzgün bir şey alırım.”

Gözlükçü şaşkınlık içinde Salih Hocaya yardımcı oldu ve deneme yanılma yöntemiyle bir tane seçtiler. Çok ucuza basit bir gözlük alıp eve döndük. Evinde kimse yoktu ve ısrarla çay ikram etmek için beni içeri davet etti. Şaşkınlık ve merak itirazlarımı bastırdı ve içeri girdim. Salih Hoca çay hazırlarken ben utana sıkıla, onun bana çay hazırlamasının ezikliği içinde oturdum. Merakımı gidermem gerekiyordu. “Hocam gözlüğünüzü bulmaya ben de yardım edebilirdim. Sanırım tercümenin gecikmesinin bu kayıp gözlükle ilgisi var. Öyle değil mi?”

Tahmin edeceğiniz gibi Salih Hoca çok sade biriydi. Kısa cevaplar verir, az konuşur ve çok sade yaşardı. Sade olmayan tek şeyi ilmi ve ahlaki derinliğiydi. Gözlüğünü kaybedince bulurum umuduyla aramış. Bulamayınca da biraz rabbimle baş başa kalayım, ünsiyetini özlemişim diye ibadete dalmış ve gözlüğünü kaybettiğini tamamen unutmuş. Tercümenin gecikmesinin nedeni bu kadar sadeydi…

Hastalık Salih Hocanın yaşamının bir parçasıydı. Asla şikâyetçi değildi. Çok yaşlı olmadığı halde yaşlılar gibi yaşıyordu. Gözlüğünü bulmak için yaptığım yardım teklifini kibarca reddetti. Çayımı yudumlarken aklıma arkadaşımın eşinin göz ameliyatı geldi. Birkaç ay önce ameliyat olmuştu. Gözlükten kurtulduğu gibi, çok daha net görme yeteneğine de kavuşmuştu. Neden olmasın diye heyecanlandım. “Hocam tanıdık çok iyi bir göz kliniği var. Sadece iki üç gününüze mal olacak bir operasyonla bu sorununuzu halledebiliriz.”

Aklımda ameliyat masrafları vardı. Onları ben karşılamak istiyordum. Yeter ki kabul etsin, hemen ameliyat için randevu alacaktım. Gözlerinin içine bakıyordum. Cevabının olumsuz olmaması için içimden dua ediyordum. “Yani ben bu ameliyatı olsam artık bu gözlük derdinden ebediyen kurtulacağım, değil mi?”

Elbette ben doktor değildim. Ama bildiğim ve duyduğum kadarıyla bu ameliyatı yıllar önce yapanların bile bir şikâyetleri yoktu. En azında ben duymamıştım. Zaten bunun için gerekli bilgiyi doktor bize verecekti. “Hocam biz doktorla konuşmaya gidince zihninizdeki bütün soruları sorarsınız ve ne endişeniz varsa dile getirirsiniz. Aklınıza yatmadıysa ameliyattan vazgeçer döneriz. En azında gözünüzün numarasını da öğrenmiş oluruz.”

Zihnimde Salih Hocanın parayı problem yapacağına dair ciddi bir kuşku yoktu. Parayı sevmeyen bir insandı. Kazandığını hemen harcardı. Etrafında yaşayan yetim aileler öylesine çoktu ki, bazen nerden bulmuş burayı diye kendimi düşünmekten alamıyordum. Salih Hoca gibi bir insan bu mahallede nasıl cebinde parayla dolaşabilirdi ki? Ve şundan da emindim ki, şu an hiç parası yoktu. Lakin tanıdığım Salih Hoca parası olsun veya olmasın yapılması gereken işleri asla ihmal etmezdi. Hele para için asla ertelemezdi. Paradan söz açılsa da ben düşüncemi söylesem diye sabırsızlanıyordum. Bu ameliyatın masraflarını ödemek konusunda çok kararlıydım.

“Peki, ben her şeyi olanca netliğiyle ve sürekli görmek istemiyorum desem kızar mısın?”

Afalladım ve gözlerim fal taşı gibi açıldı. Nasıl bir soruydu bu?

“Evet, istediğim zaman istediğim şeyi görüyor olmak bana yetiyor. Ve geriye kalan zamanlarda her şeyi bulanık görmekten şikâyetçi değilim. Etrafımızda harama davet eden ve nefsin hoşuna giden onca şey varken Allah’ın bana bahşettiği bu nimeti neden bu kadar rahat bir şekilde terk edeyim ki?”

Anlamakta zorlanıyordum. Tıpkı içmekte zorlandığım soğumuş çay gibi. Aslında her şey çok netti ve sözler çok açıktı. Günah yükünün ağırlığı altında ezilen yüreğim, elektroşoka maruz kalmış gibi deli deli atıyordu. Biraz önce keşke daha net görseydi diye hayran hayran baktığım o az gören gözlerin neleri gördüğünü ve kendi sağlıklı gözlerimin ne kadar da kör olduğunu anladım.

Okumakla olmuyor, yaşamak gerekiyormuş. Yıllardır edebi, hayâyı, takvayı okuyordum. Bu erdemleri yaşamaya olanca gücümle özen gösteriyordum. Ama harama bakmamak için veya dünyalık güzelliklere dalmamak için görme yeteneğinden vazgeçmeyi sadece irfani bir şiire yakıştırmıştım.

Kürt şair Baba Tahir-i Uryan’ın dizelerini duyduğumda çok etkilendiğimi ve muhal diye düşündüğümü hatırladım. Ama muhal değilmiş ve bunu yaşayabilen sıradan insanlar da varmış, hem de etrafımızda…

Tekrar zihnimi yokladım. Mısralarının etkileyiciliği, irfani zirvelerde dolaşmasındandı.

“Ji destê dîde u dil, her du feryad

Bibîned her çi dîde, dil koned yâd

Bisazem xençerî, nîşes ji fulad

Zenem ber dîde, ta dil gerded azad”

Büyük arif, Baba Tahir gözünü çıkarmak istiyordu. Salih Hoca da görmeyen gözlerini görmemesi için korumaya alıyordu.

Ne kadar da pervasızca günah pazarında dolaştığımı fark ettim. Sırtımda takva zırhı yok. Bir günahı atlarken öbürüne yakalanıyorum. İrili ufaklı heybem dolmuş, farkında değilim. Sırtımda bir ağırlığın varlığını fark ediyordum ama hiç tartmıyorum. İyi amellerin Allah’a yakınlaştırdığı ve kuş gibi hafiflettiği gerçeğini düşününce, belimi büken heybemdeki ağırlıkların pek iyiye alamet olmadığını anlıyorum. İşin kötüsü amellerime alışmışım ve rahatsız da olmuyorum.

Çelikten bir hançer gibi saplanmıştı Salih Hocanın sözleri. Gözümü kapatmış, gönlümle görmeye çalışıyordum. “Hayırdır azizim gözünü kapatıp nereye dalmışsın? Yatmaya gelmedin değil mi?”

Hiç olmadığım kadar uyanıktım. Gözüm kapalı ama görüyordum. Yüreğime sapladığı hançer gözlerimin önündeki perdeyi yırtmıştı. “ Hocam Baba Tahir’in beytini hatırlıyor musunuz? Söyledikleriniz bana ariflerin aşk ve özgürlük terennümlerini hatırlattı. Çok büyük temenniler olduğunu ve asla ulaşılmaz olduklarını sanıyordum. Yanıldığımı görmekten o kadar memnunum ki.”

Sadece gülümsedi. Çayını yudumlarken gözleriyle bardağımı işaret etti. Boşalan bardağımı doldurduğunu fark etmemiştim. Bir ağıt gibi okumaya başladı. Kim bestelemiş bilmiyorum ama Salih Hoca kadar etkileyici okuyabildiğini sanmıyorum.

Sade ve kadife gibi yumuşak bir sesi vardı. Onun sesiyle dillenince sanki karşımda Baba Tahir vardı. Kelimeler gerçeğin ağır yükünü taşırken sahte duygular firar etmişti. Sırtımdaki heybenin ağırlığı azalıyor gibiydi

“Gözümün ve gönlümün elinden feryad

Gözün gördüğünü gönül ediyor yâd

Bir hançer yapayım, ucu fulad(çelik)

Gözüme saplayayım ki gönlüm olsun azad”

Sadık Yıldız / İnzar Dergisi Mayıs 2011

Bu haberler de ilginizi çekebilir