Son günlerde Batı ülkelerinden işgalci israilin politikasına aykırı sesler, yönetimler bazında yükselmeye başladı. Önce Fransa ardından İngiltere sonra da Kanada Filistin’i tanıyabileceklerini dile getirdi. Birleşmiş Milletlere kayıtlı 193 ülke var. 147’si resmi olarak Filistin’i tanıyor. Geriye kalan ülkelerden Avustralya, Portekiz gibi bazıları da tanımaya meyilli davranıyorlar.
Elbette şu ana kadar Filistin’i 147 ülke tanısa da işgalci israile karşı hiçbir şey yapamamanın ezikliğinden hiç bahsetmediler. Yani dünyanın üçte ikisi işgalciye karşı Filistin’i tanısa ne olur tanımasa ne olur muhasebesini kimse yapmadı. Geriye kalanların tanıma söylemleri, dünyada ve işgalci israilde ses getiriyorsa Batı’nın, 147 ülkeden daha eşit olduğu ortaya çıkmış oldu.
Bu tanımanın altındaki gerçeklik halkların sokaklara ve meydanlara çıkması, yönetimlerini özellikle gençlerin zorlaması gibi nedenlere dayandıranlar, iyi niyet gösteriyorlar. Hâlbuki bu sözde kabullenmenin altındaki nedenler ne vicdani bir uyanıştan ne de siyasi bir zorunluluktan dolayıdır. Bu yaklaşımı seçmen baskısı olarak yorumlamak doğru olmasa gerek. Bu kabullenmenin belki bir sacayağı olabilir. Esas gerekçe değildir. Ne batılı ülkelerin liderleri Filistin ile ilgili politikalarını gözden geçirmişlerdir ne de insan hakları ve evrensel değerler konusunda tüm dünyaya şamil bir aydınlanma yaşamışlardır. Gazze ve Filistin söz konusu olunca hiç gerekçenin işgalci israile karşı, batılı ülkelerin seslerini çıkarmasına veya yükseltmesine neden olmayacağını 666 gündür fiili olarak öğrenmiş olduk. Batılı ülkelerin sözde zulüm karşısında oldukları görüntüsü ve ikiyüzlülüğü, dünyaya yansıyan en büyük çifte standarttır. Dünya da biz de buna alışığız. Zira güneş, batıda ancak batar; hayallerin, umutların, insan hak ve hukukunun batması gibi.
Peki, Filistin’i tanıma neden oldu diye düşünürsek: yaşanan soykırım karşısında tarafsızlığını yitiren batılı ülkeler, bu karar ile işgalci israile alan açama derdindeler. Dünyada hiçbir Yahudi veya siyonist kendini güvende hissetmiyor. En çok nefret edilen ve tepki görülen olmalarını sosyal medya görüntüleri eşliğinde basın yayında görüyoruz. İşgalci israil kendine verdiği zararı düşünmeyecek derecede bir halet-i ruhiyeye sahip olduğundan artık kimseyi dinlemeyecek pozisyonda şizofrenik ataklar geçiriyor. Batılı ülkelerin yönetimleri de bu durumun HAMAS lehine gittikçe geliştiğini görünce HAMAS’tansa Fetih hareketinin satılık piyonu olan emre amade Abbas ve yönetimine razılar. Tasması ellerinde olan Abbas, Fransa’nın dediği gibi şartlarını kabul etmiş bir aparattır.
Filistinlilerin gönlünde yeri olmayan bu aparat, halka rağmen halk için sözde başa getirilecek bir piyon olma adayıdır. 2006’dan bu yana seçimsiz ve geçimsiz olarak tanınan Abbas, elbette işgalciye rağmen işgalcinin yok olmaması adına tanınacaktır. Filistin’i tanımak, halkın temsilcisi olan ve direnişin başatı HAMAS’I değil Abbas’ı tanıma anlamındadır. Halkların tepkisiyle seçmenin etkisiyle Batı ülkeleri yönetimleri yola geldi bakış açısı, yanıltmaya yöneliktir. Macron, Sarı yeleklilerin aylarca direnişine rağmen yapacağı reformlardan vazgeçti mi? Seçmen veya meydanların sesine kulak verdi mi? Yasayı o zaman tüm bunlara rağmen meclisten geçirmişti.
Şimdide halk, meydanlar veya seçmen, umurunda değil. O ve onun gibilerin umurunda olduğu tek şey: HAMAS’I yönetim olarak devre dışı bırakmak, Abbas’ı itaatkar bir kul olarak yönetim sahibi yapmak… Böylelikle soykırımcının güvenliğini sağlamak ve dünyada dışlanmasının önünü almak…