'Sanata tebliğ yapmak' demek istemedim çünkü 'estetiğin' sanatın düşünce boyutu olduğu görünsün istedim. Estetik, güzelliğin ve beğeninin felsefesidir. Sanat ise 'tahayyülü yansıtma gücüdür' diye tanımlanabilir. Çünkü biz sanatın resmileştirilmek istenen tanımlarının içine yerleştirilmiş 'yaratıcılık' düşüncesinin imkansızlığına inanıyor ve yaratıcılığı sadece Allah'a has kılıyoruz.

Yine estetik ile tebliğ yapma taklitçiliğinin ötesine geçmemiz, estetiğe tebliğ yaparak, onu bizzat yaşamın kendisi haline dönüştürmenin çabası içinde olmamız gerekir. Çünkü insanı insan yapan, hisleri, sezgileri ve düşünceleridir. Bunlar da daha çok beğeni duygusu içinde yaşamın kendisiyle yoğrulmuş haldedir. O zaman sanatı yaşamın kendisiyle beraber yaşanır hale getirip beğeni düşüncesine dalmalıyız.

Bilhassa yeni neslimize, İslami yaşamın güzelliğini, sanattan daha güzel ne yansıtabilir? İslam, yaşamın en estetik halidir. Estetik, en güzel şekilde, İslami yaşamda kendini gösterebilir. Peki şimdi bizler bunu İslam aleminin toplumsal yaşamına inmiş olarak görebiliyor muyuz?

Düşünce aleminde din ve estetiğin kökeni oldukça yakın görülür. Her ikisi de varlığın olağan halinin dışına çıkma çabasını destekler. Çıkış pınarları olarak görülen 'Vahiy' ve 'ilham' kavramlarının kökeni bile aynıdır.

Ayrıca doğal estetik, Allah'u Teala'nın kendini bize tanıtışının doğal yolu da değil midir? Bizler tüm varlığın tasarımının estetiğini, alemin yansıyan güzelliğinin ve çirkinliğinin dengeli güzelliğini, ritmini, bir bülbül sesindeki notaların uyumunu görüp-duyarak, Rabbimizi, kendimize şah damarımızdan bile yakın hissetmiyor muyuz? İşte varlığın hepsi gözlerimizin önünde ve Yaradan onu ne güzel yaratmış! Yetmemiş, güzelliğin sevgisini de kalbimize yerleştirmiş. Ki böylece, güzelliğin kaynağını arayalım, oraya ulaşma çabasına girelim ve güzel yollarda yürüyelim.

Elbette din, estetiğe göre varlığın, bilginin ve ahlakın kılcal damarlarına kadar indiğinden daha kapsayıcı görülür. Öyleyse din, estetiği üfleyeceği ruhla sürekli beslemelidir.

Ama maalesef tablo bunun çok uzağında görünüyor. Müzikte, edebiyata hatta en iyi olduğumuz şiirde bile, varlığı madde gören, duygudan arınık seküler dünyanın çok gerisindeyiz. Yolda, çarşıda, tarlada, evde, sanatı yaşam olarak görmeyen ve onu araçsallaştıran solcu materyalistlerin eserleri çalınmakta, şiirleri ve kitapları okunmaktadır. Toplum, sinema ve tiyatro ile somut hale getirilen seküler yaşamın taklitçisi olmuş durumda. Sanattan ve estetik düşünceden uzak durduğumuz veya içine bir türlü giremediğimiz için toplumun hayatından da uzak kalıyoruz. Ve maalesef, toplum ile aramızdaki mesafe de gün geçtikçe açılıyor

Acilen İslam'ı sadece dikte etme metodundan kurtulmalı ve özellikle müzik, edebiyat ve sinema gibi sanat alanlarının içinde yaşamın kendisi haline dönüşmesini sağlamalıyız. Israrla dikte çabası, hem büyük bir emek harcamaya hem de belirlenmiş bir zaman diliminin ve çerçevelenmiş bir coğrafyanın içinde hapsolmaya sebep olmaktadır. Oysa sanatın yardımıyla oluşturulmuş estetik algısı, zamanın içinde hapsolmamızı engelleyeceği gibi zamanı düşüncenin içine hapsedecek ve onu gelecek nesillere taşımamızı sağlayacaktır. Böylece hayatın güzelliği içinde görünür olan İslami yaşam, sürekli bir döngü içinde beğeninin oluşumuna katkı sağlayacaktır. Müzik, duygulara can verecek, maddenin katılığı içinde kurumuş ruhlar, İslam'ın hayata yansımış güzelliği karşısında dirilecektir. Edebiyatın tüm alanları (özellikle şiir) kaybolmuş ruhlara seslenecek ve hak yol arayışında dosdoğru yolun bulunmasına yardımcı olacaktır. Tiyatro, sinema yaşamı somut kılacak, renkler, kıvrımlar, çizgiler, melodilerle incelen ruh, Rabbimizin yaratılış şaheserleri karşısında zikri zorunlu bulacaktır.