İslam dünyasını, Müslüman halkları, ümmeti sömürgeci güçler, işgalci emperyalistler karşısında zayıf düşüren, savunmasız bırakan hastalıklardan biri mezhepçilikse diğeri de hiç kuşkusuz milliyetçiliktir. Ümmet istilacılara karşı direnemiyor, işgaller ve katliamlar yaşıyorsa bunun en büyük nedenlerinden biri güç birliği yapamıyor, birleşemiyor olmasıdır. Milliyetçilik ümmeti bölüyor, parçalıyor, birbirleriyle yabancılaştırıyor, ötekileştiriyor, düşman karşısında küçük lokmalara bölüyor.

Merhum Şehit Seyyid Kutup, seksen yıl önce, “Emperyalizm İslam ümmetini böl, parçala, yut politikasıyla yenip sömürmektedir” sözleriyle bu gerçeği veciz bir şekilde ifade etmiştir.

Milliyetçiliğin her türlüsü ölümcül bir hastalıktır, tedavi edilmesi gerekmektedir. Milliyetçilik bağnazlıktır, bölücülüktür, düşmanın kullanımına elverişli bir araçtır, kardeşliğe, İslam kardeşliğine saplanmış bir hançerdir.

Müslümanların bugün zelil bir duruma düşmelerinin en büyük suçlularından biri de milliyetçilerdir; özellikle devlet olma imkanını yakalamış milliyetçiler…

İslam dünyası, gücü ellerine geçirmiş, iktidar olmuş ya da kitleselleşmiş, halkları peşlerinden sürükleyen milliyetçilerin, ulusalcıların diğer İslam milletlerini düşman ilan edip ötekileştirmeleri yüzünden başta Amerika ve israil olmak üzere dış düşman karşısında tarihinin en zelil, en güçsüz dönemini yaşıyor. Milliyetçiler ve milliyetçilik yüzünden Müslüman halklar güçlerini birleştiremiyor, modern Haçlılara karşı, Siyonist cepheye karşı etkili bir mücadele veremiyor.

Milliyetçilik hastalığı Batı kültüründen İslam milletlerine bulaşmış bir mikroptur. Müslüman dünyanın geleneğinde, değerlerinde milliyetçilik hiçbir zaman olmamıştır. Asırlar boyunca Müslüman halklar Allah’ın birer ayeti olan dillerini, etnik kimliklerini, geleneklerini hiçbir dışlanmayla karşılaşmadan korumuşlar ve bu şekilde var olmayı diğer Müslüman milletlerle vahdet içinde hareket etmeye engel görmemişlerdir. İslam kardeşliği ortak paydasında bir araya gelen Müslüman milletler dünyada egemen bir güç olmuşlar, İslam uygarlığını dünyanın dört bir tarafında inşa etmişler ve dünyanın en güçlü, onurlu, adil ümmeti olmayı başarmışlardır.

Bugün dağınıklığımızın, parçalanmışlığımızın, başkentlerimize kadar ülkelerimizi işgal edip namuslarımıza el uzatan düşman karşısındaki çaresizliğimizin, kadın ve çocuklarımızı topluca katleden barbar sürülerine karşı gözyaşı dökmenin dışında hiçbir şey yapamayışımızın en büyük müsebbiplerinden biri de kesinlikle milliyetçilerdir. Çünkü Batıcılık hastalığını İslam ümmetine bulaştırıp vahdeti yok edenlerin başında milliyetçiler gelmektedir.

Bu topraklarda Osmanlıyı içerden hançerleyip Haçlılar karşısında zayıf düşürenler Türk milliyetçileriydi; İttihad ve Terakki, Jön Türkler ve diğerleri Batı dünyasının, Haçlıların gönüllü misyonerleri gibi çalıştılar ve İslam kardeşliğini paramparça edip İslam ümmetinin küçük lokmalara ayrılmasına neden oldular. Milliyetçilik hastalığını bu ümmete bulaştırdılar. Arap Milliyetçiliğinin, Kürt Milliyetçiliğinin önünü bunlar açtı…

Bugün İslam kardeşliğinin önündeki en büyük engel, Müslümanların birleşip Amerika ve Siyonistler karşısında etkili bir direniş vermesinin önündeki en büyük engel mezhepçilerle birlikte milliyetçilerdir. Milliyetçilerin çoğu yaşadıkları İslam ülkelerinde işgalci düşmanla iş birliği içine girip o toprakların özgürleşmesini geciktirmektedirler. Yine milliyetçi, ulusalcı kimliğin hâkim olduğu İslam ülkeleri Batılı emperyalist güçlerin diğer İslam topraklarına saldırıp vahşi katliamlar yapmasına karşı ilgisiz bir tavır takınmakta, ulusal çıkarlar bahanesinin arkasına sığınıp mazlum kardeşlerine yardım ellerini uzatmamaktadırlar.

İslam dünyasının, Müslüman halkların milliyetçilik hastalığından kurtulmasının zamanı gelmiştir artık. İslam ümmeti bu hastalıktan kurtulmayı başaramazsa kendisini yutmaya azmetmiş düşmanın vahşi dişleri arasında un ufak olup yok olmaya mahkûm olacaktır.

Tüm kavimler, tüm diller Allah’ın birer ayetidir ve bu kutsaldır; bunu inkâr etmek Allah’a isyan bayrağını açmaktır. Kürtler, Türkler, Araplar, Farslar ve diğer tüm milletlerin kendi dillerini, kültürlerini, geleneklerini özgürce yaşayıp yaşatma hakkı vardır. Bu hak asla İslam kardeşliğine, ümmetin vahdetine engel değildir ve bu hak gerçek anlamda İslam kardeşliğinin güçlü olduğu bir iklimde ancak mümkündür.