“İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der” (Mearic - 10). İzleyenler için “Dante Yanardağı” ya da “Titanik” filmlerinin son sahneleri bu soruyu içten hissettirir, idrak ettirir, tefsir eder. Evet, tefsir eder, zira bu bir ayettir. Bazı filmler vardır ki içlerindeki bazı çerçöp sahneleri olmasa gerçekten birer tefsirdirler, birer müfessirdirler. Bu bir abartı değil. Bunun için sadece hüsnü niyet, basiretli bir kalp, ibretle bakan bir göz; neyin kastedildiğini sizlere sunar. Rakik ve takva ehli yürekler, kendilerini merhum Seyyid Kutub’un “Kıyamet Sahneleri”ndeki sahnelerden biri içinde, genizlerinde hafif bir yanma ile yanaklarının ıslandığını hissedebilirler.
Belki de “Dante Yanardağı” filmindeki o volkanik patlamada, dağın kül halinde “Hallaç pamuğu” gibi göğe savruluşu ve insanların şuursuzca sağa sola kaçışları, sanki “Karia” suresindeki: “O felaket dehşetli kıyamet gününün ta kendisidir. O gün gelip çatınca insanlar sağa sola uçuşan kelebekler gibi darmadağın olacak, dağlar ise adeta hallaç pamuğuna dönüşecek” ve aynı şekilde “Mearic” suresindeki: “O gün gök erimiş bir maden gibi olur, dağlar da atılmış renkli yün gibi olur” ayetini tefsir için çekilmiş bir sahne zannedersiniz. Bugüne kadar hiçbir tefsir ve müfessirin bu açıklıkta bu ve benzeri ayetleri tefsir ettiklerine rast gelmedim. Zaten tefsirler tasvir eder ve hiçbir tasvir sıradan bir görüntüye, görsele denk gelemez. Bir insanı tarif ile onun fotoğrafı misali… Zira ayetin hakikati önünde duruyor.

Görsel 2: Mearic 8-9 "O gün Gök erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış rengârenk yüne döner"
Bu aslında Kur’an-ı Kerim’in bizzat mucizelerindendir. Resulullah aleyhisselatu vesselam döneminde ne böyle bir yanardağ patlaması olmuş ne de böyle bir tarif yapabilecek potansiyel söz konusuydu. Kur’an-ı Kerim’deki bu kıyamet sahneleri gerçek kıyamet sahnelerinin bir numunesi, Üstad Bediüzzaman’ın deyişiyle hakikate açılan küçük bir pencereden bir görüntüdür.


Koca bir hayatı başıboş, asıl amacından uzak geçiren insanların o an geldiğinde şuursuzca sağa sola kaçışları, teşbihte hata olmasın, ahiretteki kâfir ve müşrikler için yankılanan o soruyu adeta dünyada sorduruyor. EYNE’L MEFER!/KAÇIŞ NEREYE? Bu soru şu açıdan çok önemlidir. Dünyada idrak edilirse, ahiretin kefareti olur ve ahirette o soruya maruz kalınmaz. Cevabı da çok basittir, elbette ki kaçış/yöneliş en güvenilir melce ve mence olan Allah’adır. “FE FİRRU İLELLAH!” (Zariyat Suresi 50) ayeti kerimesindeki cevabı bu dünyada idrak edilir, ettirilir. Bu dünyada Allah’a yönelenin, diğer dünyada veya darda kaldığında başka melcelere yönelmesi söz konusu olmaz.
İnsanların doğal afet olarak tanımladıkları ve isimlendirdikleri insanı aciz bırakan depremler, seller, yangınlar, aslında ilahi ikaz yönleri söz konusu olan olgulardır. Çünkü hiçbir şey boşuna değildir. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere diğer mukaddes kitaplarda geçen Nuh (as) tufanı, Lut (as) tufanı, Kızıldeniz ve Firavun meselesi, Yusuf aleyhisselam dönemindeki Mısır kıtlığı gibi hadiseler de işin ikaz ve insanı tanzim edici yönünü vurgulamaktadırlar.
Ateistler mukaddes kitaplardaki bu tarz kıyamet sahnelerini olağan dışı ve olağan üstünlükle inkâr ederlerken, hayatta bunların bu tarz gerçeklikleri ile yüzleştiklerinde tıpkı ahiretteki
kâfir ve müşriklerin kaçma çabaları gibi can havliyle kaçarlar. Kalp gözleri körelenler bunu yine kendilerine göre izaha kalkışırlar. Ama sonuç değişmez. İlahi kudretin azameti, insanın acziyeti…
Titanik filminde işlendiği gibi, gerçeğinde de geminin sahibi o kadar gemisine güveniyor ki Haşa, “Allah bile bu gemiyi batıramaz der.” Nihayet gemisi battığında ise Firavun’un son hali gibi gerçeği anlamıştır ama iş işten geçmiştir.

Görsel 3: Haşa “Allah bile bu gemiyi batıramaz “ diyen gemi sahibine cevap adeta; titaniğin kıyameti - “Eyne’l meferr”e nazire gibi
Gerçek manada sanki bir dünya süreci ve kıyamet sahnesi canlandırılmaktadır. Bilmem senarist oluşan durumun farkında mıdır, geminin ilk yola hazırlandığı andaki yolcuları tıpkı dünyadaki gibi zengininden fakirine, iyisinden kötüsüne hemen hemen toplumdaki her tabakadan insanlar barındırmaktadır. Artık gemi bir dünyayı temsil gibi ve içindeki insanlar günlük yaşamlarını oyun eğlence içinde geçirmeye çabalamaktadırlar. Kıyametleri geldiğinde ise adeta “Eyne’l mefer” dercesine çaresizce sağ sola kaçmakta, bu sorundan kurtulmaya çabalamaktadırlar. Elbette ki insanoğlu acziyetinin ve fıtratının gereği olarak kurtuluşa kaçmaktadır. Ama gerçek kurtuluşun ne olduğunu tespit etmişse, edilmişse gerçek kurtuluşa kaçacaktır. Yoksa Nuh aleyhisselamın oğlu gibi ben dağın yüksekliğine kaçar kurtulurum der de helak olanlardan olur. İdrak etmeliyiz ki gerçek kurtuluş ALLAH’a koşmaktadır. “Eyne’l Mefer” sorusunun cevabı da “FE FİRRU İLELLAH” tır (Zariyat Suresi 50) yani “Allah’a koşunuz.”
23 Nisan’da İstanbul’da bir deprem yaşandı. Daha önce de 1999’da İstanbul ve çevresinde korkunç bir deprem yaşanmıştı. 6 Şubat Kahramanmaraş depremi… 2011 yılında deprem, tsunami, nükleer reaktörlerdeki patlama ile Japonya’da yaşanan felaket… Dünyada her yıl bu tarz yüzlerce doğal afet dediğimiz ama ilahi maksatları mebni olaylar yaşanmaktadır.
Kısacası bu tarz dünyadaki musibetler ve o anda insanın kendi kıyametinden kesitler yaşaması... Ansızın yakalanıverilme… Acziyet ve “Buraya kadarmış” duygusunun taşıdığı muamma… Bir belgeselcinin Japonya’daki tsunami, deprem felaketini anlatırken ki “…Tıpkı kutsal kitaplardaki bir sahne” ifadesi ne kadar gerçekçi bir betimleme ve tanımlama… Evet, kutsal kitaplar insanın muhakkak yaşayacağı hatta daha da dehşetli yaşayacağı hallerin nasıllığına dair numuneler sunmaktadır. Ama anlayana, idrak, edene, teakkul, tefekküh, tefekkür, tezekkür, edenler için… Yaşayan elbette daha iyi anlar… “Musibetler mümini Allah’a yakınlaştırır. Kâfirlerin ise isyanını arttırır.” Vesselam…