• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

Batı uygarlığı hiç bir kutsal tanımayan materyalist bir uygarlıktır. Batı ahlâki, manevi değerlerin yerine maddi, ekonomik çıkarları, hayvani hazları koydu. İnsanın maddi ihtiyaçlarının karşılanması durumunda her sorununun çözüleceği, daha güzel bir dünyanın kurulacağı öngörüldü; ancak  tasarlandığı gibi  olmadı. Ekonomik büyüme beraberinde çok önemli sosyal, ahlâki sorunlar ortaya çıkardı. Adalet ve merhamet duyguları tükendi. İnsan insanın kurdu haline geldi.

  Sanat, bilim ve hatta din, güç devşirmenin, çıkar sağlamanın aracı yapıldı.

   Siyaset, toplumu idare etme sanatı olmaktan çıkarıldı, aldatmanın vasıtası haline getirildi. Makyavelist, pragmatist  anlayışın egemen olduğu dünya siyasetinde dost ve düşmanın kim olduğunu kestirmek kolay olmuyor. Kuzu postuna girmiş kurtların hüküm sürdüğü bir alandır uluslararası siyaset. Bu sahada hak-hukuk, adalet, merhamet ve insanlık diye bir ölçüye rastlamak neredeyse imkansız. Bu medeniyetin insanlığa hediyesi olan ikiyüzlülük, siyasi ve ekonomik çıkarların ilahlaştırılması tek geçer akçe haline geldi. Siyasetteki bu çürüme ve kokuşmanın tarihçesi çok eskiye dayansa da genel kabul görüp yeryüzüne egemen olması Batı uygarlığının marifetiyle oldu.

   Batı medeniyetinin adeta kutsadığı  değerlerin başında  güç gelir. Buna göre haklı olan, güçlü olandır. Güçlülerin zalimane karar ve icraatlarına ‘uluslararası camia' perdesi ile meşruiyet kazandırılmıştır. İşgal ve talanlara karşı durmanın adına ise ‘terörizm' namı verilmiş. Geçen asrın ilk yarısında meydana gelen her iki dünya savaşından sonra ‘güçlünün haklı' sayılması gerektiği anlayışı resmi olarak da tescillendi. Devletlerarası sorunların çözüm mercii olarak kurulan Birleşmiş Milletlerde beş güçlünün sözü geçerli sayıldı. Bugün dünyadaki birçok sorunun arkasında bu güçlülerin çıkarları doğrultusunda aldıkları keyfi kararlar yatmaktadır.

   Tarihte barbarlık diye bilinen bazı olayların aynısı ve hatta daha korkuncu bu kurumun izni ve onayı ile meşruiyet kazanmıştır. Filistin'in işgali ve toprakları üzerinde Siyonist bir yapının kurulması, Afganistan ve Irak'ın işgal edilerek milyonlarca masum Müslümanın katledilmesi ve daha nice zulüm ve vahşetler Birleşmiş Milletler denilen kurum üzerinden gerçekleştirilmiştir.

   Batı medeniyetinin sahip olduğu temel dinamikler  bu tür zulümleri doğal  görür. Sömürgecilik başta olmak üzere batının işlediği envai zulümler, bu gayr-ı insani şeyleri doğal görmenin sonucu değil mi? ‘İnsan insanın kurdudur', ‘Büyük balık küçük balığı yutar.' benzeri batı düşüncesinin ruhunu yansıtan ifadeler, insanlığı ve dünyamızı içinden çıkılmaz hale getirmiş bulunmaktadır.

   Yaklaşık üç yüz yıldan beri insanlığın kaderi üzerinde etkin konumda olan batı medeniyetinin en bariz karakteri 'güce' dayanmasıdır. Gücü kutsayan bu uygarlık, insanlığın tanıdığı en korkunç vahşet ve katliamlara imza atmıştır. Bu medeniyetin ideologlarının ifadelerine bakınca  şiddeti nasıl kutsadıkları görülür:

   “İdealist insan, düşünce ve gücü karşı karşıya getirir. Yenilik getirmek için ya rica ve yalvarma yolu seçilecek veya güç kullanılacaktır. Rica ve yalvarma ile hiçbir şey başarılamaz.”  (Machivella)

 “İnsan insanın kurdudur.”  (Hobbes)

“Hayat bir mücadeledir, doğal ayıklanma vardır. Kuvvetli olanın ayakta kalabilmesi için zayıf olanı yok etmesi doğrudur.”  (Darwin)

 “Alman ırkı arî ırktır, dünyaya hâkim olmak için zayıf  ırkları yok etmelidir.”   (Hitler)                                                                                     

  Bu zihniyetin ürünü  uygarlığın hüküm sürdüğü bir dünyada Müslümanların hali çok daha vahim. İnsanlığı karanlıktan çıkarıp nura kavuşturma misyonuna sahip olması gereken bizler, hakikaten acınacak bir haldeyiz. Batı medeniyetinin pençesinde kıvranan insanlığı kurtarması gereken  Müslüman, Batı’dan medet ve yardım dileyen bir duruma düşmüş.

   İşte bugünkü halimiz ortada. Beşinci ayını dolduracak olan vahşi saldırılar sürerken, Gazze’ye bir lokma ekmek bile gönderemeyecek kadar aciz bir hale gelmişiz. Müslümanlık bir yana, insanlık bile kalmamış ortada. Herkes kendi çıkar hesaplarının peşinde. Neyse ki kimin ne olduğu göründü. Fazla söze hacet kalmadı. Yani şu fıkrada anlatılanın hali bizimkisi:

Karganın biri her gün kilisenin çanına pislermiş, papaz bir türlü yakalayamayınca çanın bulunduğu yere bir bardak şarap koymuş. Karga şarabı içip sızınca yakalamış. Sonra demiş ki: “Müslüman olsan şarap içmezsin, Hristiyan olsan çana sıçmazsın. Söyle bana sen nesin?”