• DOLAR 32.446
  • EURO 34.778
  • ALTIN 2440.847
  • ...

Sykes-Picot mirasının toz duman olduğu, bunun yerine şimdiki Amerikan merkezli kanlı planların fikir babalığını yapan Bernard LEWİS projelerinin yürürlükte olduğu bir anı, belki de Kissinger`in ‘yakalamak` dediği “Jeopolitik anı” yaşıyoruz.

Berbard Lewis`in Ortadoğu politikalarına müdahil olmasının başlangıcı olarak kabul edilen 1961 yılında yayınladığı “Modern Türkiye`nin Doğuşu” kitabıyla ilgili akıllarda şu mini derleme/değerlendirme bulunmaktadır:

Adı geçen kitabında Lewis, Atatürk`ün milli devlet kurma geleneğini eleştirerek Osmanlı Devleti`nin canlandırılmasını istemiştir; kitabın yayınlandığı konjonktür göz önüne alındığında, amaç, canlandırılacak yeni Osmanlı`yı bir İngiliz koçbaşı olarak Sovyetler Birliği`nin güney sınırı boyunca mevziye sürmektir. Lewis “Türk” milleti teriminin bir 19. yy. Avrupa icadı olduğunu ileri sürmüş ve modern Türkiye`nin üzerinde oturduğu coğrafya halklarının kendilerini her zaman İslam`a ve Osmanlı sultanlarının saltanat geleneğine nispet ettiklerini belirtmiştir. Lewis`e göre onların bu silsilesi doğruca Hz. Muhammed`e dek uzanmaktadır.

Önceki yazılarımızda Lewis`in Ortadoğu`dan Himalayalar`a kadar olan coğrafyada Osmanlı idari sisteminden esinlenerek geniş kapsamlı bir federal/konfederal sistem öngördüğünü hatırlarsak, Osmanlıcı yaklaşımlarına şapka çıkarmamızın gereği herhalde kalmayacaktır.

***

Türkiye`de Ak Parti iktidarının kökleşmeye başladığı, FETÖ üzerinden Ergenekon operasyonlarıyla önündeki vesayetçi engellerin kaldırıldığı 2009-2011 arası dönem, aynı zamanda “Arap Baharına” hazırlık çalışmaları kapsamında Türkiye`ye “Model ülke” rolünün biçildiği, bu nedenle Batı basınında ve siyasi çevrelerinde Türkiye`nin hayli parlatıldığı bir dönemdir.

Yine bu dönemde “Osmanlıcılık” fikirleriyle konjonktüre uygun “Stratejik Derinlik” tablolarını çizen Ahmet Davutoğlu`nun siyaset sahnesinde parladığı/parlatıldığı bir dönemdir.

Davutoğlu ve elimine edilen ekibi açısından bu dönem, Türkiye`nin Osmanlı bakiyesi topraklarda yeniden eski güç ve ihtişamına kavuşacağı bir dönem olma özelliğini taşımaktadır.

Bu dönemde Türkiye ile Batı arasındaki ilişki ve eşgüdüm mükemmeldir ve Osmanlı bakiyesi topraklar üzerindeki diktatörler domino taşları gibi bir bir devrilmektedir. Bu kez Kissinger için değil, belki de Davutoğlu fikriyatı için “Jeopolitik anı yakalama” vakti gelmiştir!

* **

Burada “Osmanlı fonksiyonuna dönüşü” iki cihetle irdelemek mümkündür.

Öncelikle İslam dünyasındaki dağınıklık, bunun beraberinde getirdiği çöküntüler ve yaşanan kargaşalar, ister istemez Osmanlı devrinin özlemlerini artırmaktadır. Batı`nın ahlak dışı taarruzlarına karşı koyabilmek, en azından Osmanlı döneminde olduğu gibi Müslümanlar arasında bir siyasi birlik özlemini arttırmaktadır.

Dolayısıyla bu yönde yapılan vurgular herkeste bir umut, yüreklerde bir kıpırdama ve kulaklarda bir hoş seda oluşturmak için yeterlidir.

Oysa madalyonun diğer yüzü de vardı.

Ortaya çıkan fırsat, herhangi bir Müslüman aktörün etkisiyle olmamıştı. Aniden bir “rüzgâr” esivermiş, yerleşik bölgesel statüko büyük sarsıntı geçirmişti. Her şeyden önce Amerikalılar kaynağı “belirsiz” bu rüzgâra “Arap Baharı” ismini takmış ve bu rüzgâra binaen içimizdeki özlem olan ve siyasi birlikteliği anımsatan “Osmanlı fikriyatı” belirivermişti. Osmanlıyı paramparça edenler, sonrasında temelini attıkları köhne statükonun da ipini çekenler acaba ne denli Osmanlı hayallerine müsaade edeceklerdi?!

Daha açık söylemek gerekirse birileri “Osmanlı hayaliyle” Davutoğlu`nu, hükümeti, hepimizi büyük bir tuzağa mı çekiyordu? Yoksa?..

2013`ün başlarıydı. “Osmanlı hayalleri” üzerinden Davutoğlu ve ekibine gaz verenler, tam da bugünlerde yan çizmeye başlamanın işaretlerini veriyorlardı. “Jeopolitik an” bir kez daha el değiştireceğe benziyordu. Ama Davutoğlu ve ekibi hala kararlıydılar Osmanlı konusunda.

***

O günlerde bir yabancı televizyon programında Türkiye`nin artık Suriye ile bütünleşen dış politikası üzerine açıklamalarda bulunan ABD`li yazar Dr.Webster Griffin Tarpley ilginç sözler sarf ederek Türkiye`yi uyarıyordu.

Şöyle diyordu Tarpley:

“ABD başkanı Obama, Başbakan Erdoğan ile haftalık telefon konuşmaları yapıyor... Türkiye, yeni Osmanlı aldatmacasıyla komşularıyla “sıfır sorun”dan “sıfır barış” pozisyonuna getiriliyor. Türkiye`nin son birkaç yıldır Ortadoğu`da lider ülke olma isteği ABD tarafından körüklenip kullanılıyor.

ABD ve NATO`nun 1979`daki Bernard Lewis Planı`nın Ortadoğu`da nasıl bir yapılanmayı planladığını açıkça ortaya koymuştur. Türkiye hükümeti ve muhalefetinin bütün bu gerçeklere karşın olup bitenin farkında olmamaları anlaşılmaz bir durumdur.

Türkiye öncelikle, ABD ve İngiltere ile ittifakın, öldüren bir kucaklaşma olduğunu anlamalıdır. İngiliz ve Amerikalılar, Türkleri öldürene kadar sevecekler, Türkleri Suriye`ye karşı kullanacaklar ve bu çatışma ortamı, modern Türkiye`yi yok etmek için de bir fırsat olmuş olacak. Obama; Erdoğan ve Davutoğlu`nu aldatıyor… Bu oyunda kazanacakları hiçbir şey yok, kaybedecekler.

Ortadoğu ve Suriye sorunları yüzünden Rusya ile yakın bir gelecekte savaş ihtimali bile oluşabilecek. Olaylar, yakın bir gelecekte S. Arabistan ve Katar`a kayabilecek.”

***

Amerikalı Tarpley kâhin miydi bilinmez. Ama Türkiye ile ilgili kehanetleri gerçekleşti. Osmanlı hayaliyle girilen yol, uygulanan dış politika, 15 Temmuz girişimiyle bir bumeranga dönüştü.

Amerika`nın Ortadoğu planları üzerinden Osmanlı rüzgârı estiren malum ekip ise, Batı`dan operasyon yiyen Tayyip Erdoğan tarafından diskalifiye edilmekle kalmadı. Şu sıralar yine Erdoğan yönetimine operasyon çeken Batı`nın gözde ekibi haline geldiği noktasında ciddi iddiaların hedefinde bulunmaktadır.

Adı sanı ister Osmanlı olsun, ister başka bir şey, Müslüman dünyanın birlikteliğini simgeleyecek her girişim, tüm Müslümanların umudu olmaya devam edecektir. Hepimiz için bu yönde hayaller, umutlar söz konusudur.

Oysa umut vadeden söylemler ile Lewis menşeli planlar ve “Kraliçe menşeli” ekipler bir arada düşünüldüğünde, acaba birileri “Umut tacirliğine” mi soyunmuştu?

Suriye, Halep, yıkım ve katliamlar; çukur siyaseti de dahil 15 Temmuz ve içeride yaşananlar, acaba “umut tacirlerine” aldanmanın faturası mıydı?!

Hatta; “Kraliçe`nin Ekibinin” pompaladığı “Osmanlıcılık” gerçek Osmanlı mıydı, yoksa Lewis`in planlamasını yaptığı “Koçbaşı Osmanlıcılığı” mıydı?

Birileri “Ekip” üzerinden sahte jeopolitik üretirken önemsedikleri “Jeopolitik anı yakalamak” için pusu mu kurmuşlardı?