ABD, gelecekte nasıl bir Suriye öngörüyor?
Suriye`de “rejim devirme” operasyonunu sahanın dayattığı zorunluluklar nedeniyle askıya alan Amerika, “IŞİD`le Mücadele” adı altında sadece belli bölgelere odaklanarak sislerle kaplı bir politikaya yöneldi.
Bu anlamda irili ufaklı bazı yerlerin dışında Rojava bölgesine yönelik politikaları, “IŞİD`le Mücadele” kılıfını yırtarak farklı kulvarlara yelken açtı. Bu bölgeye yaptığı askeri yatırımlar, kurulan askeri üsler, oluşturulan eğitim kampları, bir orduyu donatacak kadar YPG`ye sevk ettiği askeri teçhizat büyük tartışmalara yol açtı.
IŞİD giderek alan hakimiyetinden yoksun bırakılırken YPG`ye sevk edilen askeri teçhizatların hız kesmemesi, daha da önemlisi askeri teçhizat kapsamında hava savunma silahlarının da yer alması, ABD planlarının bahse konu “IŞİD`le Mücadele” stratejisinin çokça ötesinde bir anlam taşımaktaydı.
İşin başında stratejisini “IŞİD`le Mücadele”ye endeksleyen ABD, IŞİD`in önemli oranda geriletilmesiyle birlikte bu stratejisi sorgulanmaya başlandı. Hatta IŞİD alan hakimiyetini kaybettiğine göre artık Amerika`nın Suriye`de işi kalmadı gibi sesler bile çıkmaya başladı. Bu aşamada Amerika, ya Suriye`den çekilecekti ya da mevcut pozisyonunu kalıcı kılacak yeni bir strateji açıklamak durumunda kalacaktı. Amerika`nın açıklayacağı yeni strateji ise aslında başından beri Suriye`de uygulamak istediği asıl planlarına ışık tutacaktı.
Bunca entrikanın hedefini sorgulayanlara bugüne kadar “IŞİD`le Mücadele” gibi müphem cevaplar veren Amerikalılar, açıkçası hiç kimseyi tatmin etmiyorlardı. Ta ki ABD Dışişleri Bakanı Tillerson`un 17 Ocak`ta Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsündeki “Suriye mülahazalarına” kadar.
Tillerson`un geleceğe dönük “Suriye mülahazaları”, bugüne kadar üst düzey bir Amerikalı tarafından merak edilen Suriye projeksiyonuna dair verilmiş ilk derli toplu cevap olması yönünden önem arz etmekteydi.
O halde Tillerson geleceğin Suriye tasavvurunu nasıl şekillendiriyordu, neler öngörüyordu, özet bir şekilde birlikte bakalım:
“Biz bugün Suriye`ye temelde şu üç faktörle şekillenen büyük resim üzerinden bakıyoruz:
*IŞİD büyük ölçüde yenilgiye uğratılsa da tamamen bitirilmiş değil.
*Esed rejimi Suriye toprağının ve nüfusunun yarısını kontrol ediyor.
*ABD`ye yönelik süregelen stratejik tehditler, sadece IŞİD ve el-Kaide`den değil aynı zamanda diğerlerinden, bilhassa İran`dan halen daha devam ediyor.”
Burada IŞİD`in yanısıra El Kaide, Suriye rejimi ve İran`ı da geleceğin tehdit faktörleri arasında zikretmesi, “IŞİD`le Mücadele” üzerine sınırlandırılan Suriye pozisyonunu kalıcı hale getiriyor. O halde şu soru akla geliyor; Madem daha uzun süre kalacaklar, o halde hangi stratejik hedeflere odaklanacaklar?
Cevabını Tillerson`dan dinleyelim:
“ABD Suriye`de şu beş kilit sonucu arzuluyor:
*Birincisi, Suriye`de IŞİD ile el-Kaide`nin kalıcı bir yenilgiye uğraması, vatanımıza yönelik bir tehdit teşkil etmemesi ve yeni bir formda ortaya çıkmaması; Suriye`nin… Amerikan vatandaşlarına veya müttefiklerimize karşı saldırı düzenlemede bir platform veya güvenli liman olarak hizmet etmemesi
*İkincisi, Suriye halkı ile Esed rejimi arasındaki temel çatışmanın Güvenlik Konseyi`nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde BM öncülüğündeki bir siyasi süreçle çözüme kavuşturulması ve Esed sonrası [yeni bir] liderlik altında istikrarlı, bütüncül ve bağımsız bir Suriye`nin [düzgün] bir devlet olarak işlemesi.
*Üçüncüsü, Suriye`de İran nüfuzunun azalması ve onların kuzey hilali hayalinden mahrum kalması ile Suriye`nin komşularının Suriye`den kaynaklı tüm tehditlerden kurtulması.
*Dördüncüsü, mültecilerin ve yerinden edilmişlerin güven içinde ve gönüllü olarak Suriye`ye dönüşleri için gerekli şartların yaratılması.
*Beşincisi, Suriye`nin kitle imha silahlarından arındırılması”
Sıralanan bu gerekçeler üzerinden “Suriye`de kalıcı” olmaları gerektiğini vurgulayan Tillerson, şu vurgularda bulunmayı da ihmal etmiyor:
“*Birçok nedenden ötürü ABD`nin Suriye`de kalması hayati. Özellikle çatışma bölgelerindeki yönetilemeyen alanlar IŞİD ve diğer terör örgütleri için bir üreme alanı. IŞİD`e karşı savaş bitmedi.
*Suriye`nin kuzeybatısında hala daha operasyon üssü ve önemli bir varlığı bulunan el-Kaide`yi engellemekte ısrarcı olmalıyız.
*Amerikan personelinin tamamen geri çekilmesi Esed`i eski konumuna yükseltecek ve rejim kendi halkına karşı vahşice muamelelerini sürdürecektir.
*Amerikan varlığını sürdürmek, aynı zamanda meşru yerel sivil otoritelerin kurtarılmış bölgelerde sorumlu/güvenilir bir yönetim tarzını tesis edebilmesini kolaylaştıracaktır.
*ABD`nin Suriye`den geri çekilmesi İran`a Suriye`deki konumunu daha da güçlendirme fırsatı sunacaktır. Tahran`ın resmî söylemlerinden ve yürüttüğü vekâlet savaşlarından gördüğümüz üzere İran, Ortadoğu`da tahakküm kurma ve müttefikimiz İsrail`i yok etme arayışında.
Burada “tehdit unsurları” sıralanırken iki noktaya dikkat çekilmesi söz konusu:
Birincisi; Suriye`nin komşulara karşı tehdit ve saldırı üssü olmaktan çıkarılması. Ki bununla israilin güvenliğinin kastedildiğini aptallar bile anlar.
İkincisi; “Yerel sivil otoritelerin güçlendirilmesi” vurgusu vardır ki, bununla da YPG kontrolündeki bölgeleri kastetmekte ve bu yörelerin “kalkındırma” hamleleriyle birer cazibe merkezine dönüştürülerek Şam yönetimine alternatif oluşturma gayretleri göze çarpmaktadır.
“Cazibe merkezleri” oluşturarak kendi kontrolündeki bölgeleri alternatif bir boyuta taşımak için Tillerson`un öngördüğü uygulama ajandasını yine kendisi şu şekilde formüle ediyor:
“ABD, müttefikleri ve ortaklarıyla birlikte Suriye`ye barış ve istikrarı getirmek için aşağıdaki adımları atacaktır:
*Birincisi, kurtarılan bölgeleri istikrara kavuşturucu inisiyatifler (mesela mayınları temizlemek, hastaneleri yeniden açmak, su ve elektrik tesisatlarını tamir etmek ve çocukların okula dönüşünü sağlamak vs.) hayatın normale dönmesi…elzem.
*Irak`ın aksine, Suriye`de istikrar çabalarına ortak olacak bir milli hükümet bulunmadığından bu işi diğerleriyle yürütmek zorundayız.
*Kurtarılan bölgelere hizmet götürülmesinde yerel ve bölgesel otoritelere yardım etmemiz geri dönen yerel nüfus ile yerel liderler arasında güven inşa edecektir.”
Tillerson`un geleceğin Suriye vizyonu ile ilgili değerlendirmeleri oldukça uzun, çoğunu buraya alma imkanımız yok. Ancak geriye kalan çok önemli kısımlarını kısa kısa özetlemekle yetinelim:
*Terörle mücadele konusunda müttefiklerimiz ve ortaklarımızla çalışmaya devam edeceğiz, özellikle de Türkiye`yle hem İdlib`deki terör tehdidine hem de diğer yerlerde Ankara`nın PKK`lı teröristlerden endişesine bir çözüm bulma noktasında.
*ABD, AB ve bölgesel ortaklarımız Esed yönetiminin kontrolü altındaki hiçbir bölgeye yeniden inşa için uluslararası yardım temin etmeyecek. Suriye`nin geleceği konusunda tüm paydaşlarımızdan aynısını yapmasını istiyoruz… Bunun yerine küresel koalisyonun ve onun yerel ortaklarının IŞİD`den kurtardığı alanları yeniden inşa için uluslararası yardımların akıtılmasına destek olacağız.
*Bu noktada ABD olarak NATO müttefikimiz Türkiye`nin endişelerini işitiyor ve ciddiye alıyoruz. (…) Suriye için komşularının da güvenliğini teminat altına alacak şekilde yeni bir geleceğin başarılmasında Türkiye`nin yakın işbirliğini sağlamak zorundayız.
*Suriye`deki kötücül İran nüfuzunu azaltmak ve def etmek demokratik bir Suriye`nin tesisine bağlı. Yıllar yılı Esed yönetimi altındaki Suriye İran`ın vekil gücü oldu.”
Tillerson`un açıklamaları, ilk defa “Amerika Suriye`de neyi hedefliyor” sorusuna verilmiş ilk derli toplu bir cevap niteliği taşıyor. Açıklamalar bu açıdan önemli.
YPG kontrolündeki alanları birer cazibe merkezine dönüştürmekle eş zamanlı olarak Şam`ın kontrolündeki bölgelere yardım ve inşa girişimlerine karşı ambargo çağrısı içeriyor.
İsrailin güvenliğini açıkça İran etkisinin yok edilmesiyle bağlantılı görüyor.
“Sivil otoritelere” devredilen “cazibe merkezlerinin” başarısı konusunda müttefiklerinin, özellikle de Türkiye`nin desteğini zorunlu görüyor. Son olarak Amerikan cenahından Türkiye`ye bir teklif olarak sunulan “Güvenli bölge” önerisi, tam da bu noktayla bağlantılı görünüyor. Türkiye`nin şiddetle karşı çıktığı YPG otoritesini, Türkiye`nin desteğiyle daha da kalıcı bir hale getirmeyi hedefliyor.
Neticede “Büyük Şeytan” her defasında yeni tezgahlar üreterek bölgeye yeni krizler armağan ediyor.
Oysa tüm krizlerin merkezinde kendisi bizzat “İdareci” konumunda bulunarak bölgenin istikrara kavuşması önünde en büyük engel olarak duruyor.