Kral ve Prens Ne Yaptıklarını Biliyorlar!
Dünya, Suudi bağlantılı iç gelişmeler ve Lübnan`a sarkan tehdit ve şantaj politikalarını konuşurken herhalde en net mesaj Trump`tan geldi: “Kral Selman ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi tam olarak ne yaptıklarını biliyorlar. Şu kötü davranışlarından dolayı bazıları yıllarca ülkelerini sağdılar.”
Aslına bakılırsa Kral ve Prens ne yaptıklarını gerçekten de biliyorlar mı, burası tartışmaya açık. Ama Trump`un kral ve prensin eline tutuşturduğu ajandanın uygulandığını görmek, Trump`un aslında neler döndüğünü çok iyi bildiğini gösteriyor.
Seçildikten sonra Suudi-İsrail`e yaptığı ilk yurt dışı gezisinin hemen öncesinde Trump`un şu sözlerini hatırlarsınız: “ABD olarak yıllardır petrol zengini Körfez ülkelerini biz koruyoruz, bunun bir maliyeti var. Amerikan vergi mükellefi artık bu yükü taşımamalı, herkes biraz da kendi başının çaresine bakmalı.”
Aslına bakılırsa Suudi-BAE-israil konsorsiyumunun Katar`ı yutma planı başarılı olsaydı, belki de bugün Suudi prenslerinin tasfiyesi ve Refik Hariri`nin esir alınması iddiası yerine başka şeyler konuşuyor olabilirdik. Ancak İran ve Türkiye`nin destek vermesi ve Katar`ın direngenlik göstermesi, Riyad`da Trump`un döndürdüğü lanetli kürenin hızında aksamalara yol açınca “Körfez ülkelerini (yani Suudi`yi) korumanın maliyetini” karşılama işi, kraliyet içerisindeki rakip prens ve iş adamlarının milyar dolarlık servetlerine el koymaya kaldı. “Koruma maliyetine” konu olan milyarlarca dolar anlaşmalardan ARAMCO`nun ABD borsalarında işleme açılması hususuna kadar olan ince detayları işin uzmanı olanların analizlerinden öğrenmek mümkündür.
Para-finans konusu elbette meselenin sadece bir yönüne tekabül etmektedir. Bir de bu meselenin bölgesel sorunlarla ilgili boyutları vardır ve en önemlisi de budur. Trump`un tahsil etmeye başladığı “Koruma maliyeti”, bildiğimiz manada ABD`nin uzun yıllardır zaten bir şekilde tahsil ettiği koruma maliyetlerinden oldukça farklıdır. Suudi`nin son dönem ödemeyi taahhüt ettiği maliyet bir tür “Varlık vergisine” dönüşmüş durumdadır. Açıkçası kraliyet ve bağlantılı despotik yönetimlerin var olmayı sürdürme karşılığına dönüşmüş durumdadır.
Fazla gerilere gitmeye gerek yok. Ortadoğu`da estirilen “Arap Baharı” rüzgârı, başta Suudi krallığı olmak üzere birçok yönetim için deyim yerindeyse kumar masası niteliğindeydi. Masanın en varlıklı kumarbazı da Suudi krallığıydı. Tüm Ortadoğu`nun kumar masasına dönüştürüldüğü süreçte Suudi krallığı günün sonunda masadan “Kumarbazlar kralı” olarak kalkmayı düşünmüştü. Ancak sonuç tam tersi istikamette cereyan etti. Krallık masada pert olmuş şekilde yığılıp kalakaldı. Bu aşamadan sonra çaresizlik ve güvensizlik hissi, kuşatılmışlık duygusuyla birleşerek müthiş bir karamsarlığa dönüştü. Aynı karamsarlığın kesif bir şekilde hissedilmeye başlandığı diğer bir merkez de Riyad`ın kadim yoldaşı Tel Aviv oldu.
Suudi-israil, şu an kuşatılmışlık duygusunun esareti altında inlemektedir. Panik havası resmen ayaklarına dolanmış durumdadır. Panik hissi, ikisinin gizlilik evresini aşıp aşikar hale gelen işbirliklerine, aynı ağızdan çıkmışçasına yapılan açıklamalarına, dost-düşman, savaş-barış, işgal-ilhak değerlendirmelerine yansımaktadır. İkisinin söylemleri şu an “Ortak düşmana” karşı savaş tamtamları çalmak üzerine kesişmiş durumdadır. Savaş çığlıklarının ise cesaretlerinin ürünü değil, çaresizliklerinin ürünü olduğu konusunda en ufak bir şüphe bulunmamaktadır. İşte Trump`un devreye girip haraç kesmesi de bu aşamada nüksetmiştir. Para karşılığı hayatta kalma garantisi gibi bir fırsat Trump`un ayağına gelmiş bulunmaktadır. Suud hanedanının varlık endişesi, bazen İran, bazen Lübnan, bazen Yemen üzerinden estirilen savaş dilinin iç yüzünü ele verse de, yeniden tetiklenecek bir “Bölge içi çatışma” umudu, Suud hanedanının bir müddet daha ayakta kalmasının garantisi olarak algılanmaktadır. Böyle bir garanti için bir prens değil, bin prens dahi feda edilecek; üç ülke değil otuz ülke dahi ateşe verilecek bir haleti ruhiye mevcuttur.
Halihazırda İran`a diş bileyen, Lübnan`ı her an ateşe sürüklemekle tehdit eden Suudi-israil, gerçekten de bölgesel bir savaşa yol açabilecek bir çatışma sürecine girecek durumdalar mı?
Bunun cevabını bir başka yazının konusu olarak burada bırakıp ikilinin neredeyse tekerleme haline getirdikleri şu ortak söyleme dikkat çekelim: Çığlığa dönüşen “Uluslar arası koalisyon” çağrıları…
Bunca hile hurda işlerine soyunup dakika başı savaş dili kullanmak ve bunun koşulunu “Uluslar arası koalisyon” şartına bağlamak!
Ya da;
Bir tür “Kabileler Uzlaşısı” üzerine kurulu kraliyet sisteminde kabile tasfiyeleri ilk etapta “Dikensiz gül bahçesi” hayallerine denk düşse de, uzun vadede doğuracağı iç çatışma tehdidi karşısında Suud nasıl bir bölgesel savaşa yeltenecek? Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan olma durumu hasıl olma riski, önümüzdeki süreçte daha belirgin bir hal alacaktır.