• DOLAR 32.585
  • EURO 35.049
  • ALTIN 2459.926
  • ...

Küresel ittifaklar yerine bölgesel ittifakların yükselme trendinde olduğu günümüz koşullarında iç sorunlarla boğuşmayı geride bırakan ülkeler, yaşanan kırılma süreçlerinden genellikle kârlı çıkarlarken, uygulanan dış politika adımlarının sonunda “aldatılmış ülke” konumuna düşüp “kuşatılmışlık” hissine kapılmaktan başka yol bulamayan ülkeler, genellikle iç sorunlarını aşmayı başaramayan ülkeler olmaktadır.

Bu anlamda “Oyun kurucu ülke” sloganıyla Arap Baharı`nın başından bu yana bölgesel meselelere müdahil olan Türkiye, hedeflediği bölgesel başarı çıtasını çokça yüksek tutmasına karşın hala “kuşatılmışlık” hissiyle oturup kalkan “mağdur ülke” liginde bulunuyor olması, tabii ki Türkiye`nin güçsüz ülke olmasından kaynaklanmamaktadır. Hatta tam tersine, bölgesel rakipleri veya partnerleriyle karşılaştırıldığında süreçten kârlı çıkan bir çok ülkeden daha dinamik, daha güçlü bir potansiyele sahip durumdadır. Ama karşılaştığı olumsuz sonuçlar, her geçen gün daha başka olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.

Bu başarısızlığın nedenlerini “dışarıda” aramak, Türkiye`de kadim bir devlet geleneği haline gelmiş olsa da, “içeride” yaşanan olumsuzluklar, en büyük başarısızlık kaynağını teşkil etmektedir. Elbette bir türlü çözülemeyen “iç sorunlar” olarak geniş bir “sorunlar katalogu” oluşturmak mümkündür. Burada asıl dikkat çekmek istediğim nokta ise daha farklı bir “iç sorun” olacaktır.

“Devlette devamlılık esastır” gibi veciz bir slogan vardır. Türkiye`de ise bu “devamlılık” genellikle devletin sırtına kene gibi yapışan ideolojik çıkar ve nüfuz grupları üzerinden yürütülmeye çalışılmaktadır. Nitekim yakın zamanda bunun örneklerini önce Ergenekon, sonar FETÖ ile bizzat müşahede etmiş bir kuşak durumundayız.

15 Temmuz sonrası başlayan FETÖ ile mücadele süreci amansız bir şekilde sürdürülürken, devlete nüfuz ederek farklı hesaplar yürüten çıkar gruplarına artık fırsat verilmeyeceği türünden kararlılık içeren vurgular hala kulaklarımızda çınlamaktadır. Oysa FETÖ`nün henüz kırkı çıkmadan bu kez hem siyasi iktidarın hem de devletin sırtına yapışarak palazlanmaya çalışan farklı ve bu kez birden fazla ideolojik çıkar grubunun iç ve dış politikada yeniden belirleyici bir konuma yükselmeye başlamış olmaları hem iç hem de dış politikada yeni alarm zillerinin çalmasına sebep olmaktadır.

Bu anlamda hakikaten hem iç hem de dış politikada ilginç, hatta anlamlandırmada büyük zorluklar çektiğimiz gereğinden fazla agresif söylem ve uygulamalarla karşı karşıya bulunuyoruz. Somutlaştırarak devem edelim.

İktidardaki mevcut siyasi ekolü az çok tanıyoruz. Ama FETÖ`nün muktedir olduğu süreç gibi benzer bir süreci tekrar yaşıyoruz.

Hatırlarsınız… İktidarda yine Ak Parti vardı, oysa Türkiye`nin iç ve dış politikasında belirleyici olan, siyasi iktidardan ziyade Pensilvanya`nın “Hocaefendisi” idi. Türkiye`de iç ve dış politikada nelerin olabileceğini kestirmek için siyasi iktidara değil, Zaman`a ve “Hocaefendi`sinin” haftalık vaazlarının satır aralarına dalmak gerekmekteydi. Haliyle Zaman-Hocaefendi kaynaklı söylemler bir süre sonra iktidar ve devletin söylemleri olarak belirginlik kazanmaktaydı. Üstelik siyasi iktidar ile Pensilvanya arasındaki kan uyuşmazlığının tevatür derecesinde biliniyor olmasına rağmen.

Şimdilerde ise ideolojik çıkar grupları değişiklik göstermesine karşın benzer bir işleyiş daha karmaşık bir şekilde olduğu gibi önümüzde durmaktadır. Halkın güven duyduğu siyasi iktidar yerine yeni model çıkar gruplarının dopingli söylemlerinin iç ve dış politikada belirleyici olmaya başlaması, yeniden alarm zillerinin çalmasına yol açmaktadır. Bu dopingli söylemlerin 2019 seçimlerine ayarlı bir taktik de olsa siyasi iktidar tarafından sahipleniliyor görüntüsü oluşturması beterin beteri türünden yeni olumsuz süreçlere kapı aralamaktadır.

İlginçliklere gebe bir süreçten geçiyoruz. Bu kez iç ve dış politikaya yön veren FETÖ yok. Ama iç ve dış politikanın aralarında paylaştırıldığı iki zıt kutup Abdurrahman Çelebi rolünü icra etmektedirler.

İç politikada Batı/Nato ile barışık aşırı milliyetçi refleks temsilcisi parti etkili olurken; dış politikada Ulusalcı/Kemalist/Avrasyacı akım hayli belirgin bir işlev görüyor. Zaman zaman kadro/menfaat/ideoloji çakışması yaşayan bu iki zıt kutup arasındaki salvolara şahit olsak da, ulusalcılık/milliyetçilik üzerinden ortaklaştıkları kucak dolusu hamaset duygularının politik argümanlara dönüşerek içerde ve dışarda siyasi iktidar tarafından yol haritasına dönüştürülmesi daha beter çıkmazların habercisi gibi durmaktadır.     

Mevcut siyasi iktidar, kritik koşullarda stepne rolü biçtiği bu tür çıkar gruplarına başarısızlık anında fatura kesilecek gruplar olarak bakma kolaycılığını kanıksamış olsa da, neticede kesilen her faturanın sancılarını millet olarak hepimiz iliklerimize kadar yaşamaktan kurtulma şansına sahip değiliz.

Hükümet, FETÖ ile artık yola devam edilemeyeceğine kanaat getirmeye başlayınca maruz kalınan sürecin sancılarını sadece hükümet değil, halk olarak hepimiz çektik, çekmeye de devam etmekteyiz.

Aynı hükümet, bir yandan 2019 seçimlerine odaklanmışken diğer yandan ellerine direksiyon tutuşturduğu ulusalcılar ve plaka üreticileriyle bu şartlarda, bu hamaset dolu yaygaralarla “kader seçimine” gidemeyeceğini herhalde görüyor ve hesabını yapıyordur. Neticede şu an içeride ve dışarıda hamaset üzerine yürütülen kimi politikaların da başarı şansı yoktur ve bu durum birilerine fatura edilmeyi gerektirecektir.

Bakalım yeni yılın “talihlileri” kim olacak?