Küreselcilik, Dünya Devleti ve Dar Mezhepçi Kalıplar
İslam dünyası, olumlu-olumsuz yaşanan her türlü gelişmenin dar mezhepçi kalıplar üzerinden okunduğu felaket bir süreçten geçiyor.
Bu süreç, bir yönüyle Osmanlı’yı düştüğü badireden kurtarmak için gelişen fikir akımları arasında tüm Müslümanlara hitap eden “İslamcılık” ve devleti aliyenin sınırlarını muhafaza etmeyi amaçlayan “Osmanlıcılık” kavramlarına nazaran daha dar kalıplara sığdırılmış “Türkçülüğün” kurtuluş reçetesi olarak ideolojik rakiplerine fark attığı dönemi anımsatıyor. Bunun sonucunda deyim yerindeyse 10/10 başarı hedefleyen İslamcılık ve 5/10 hedef gözeten Osmanlıcılık kaybederken, 1/10’luk daralma ile Milliyetçilik/Türkçülük akımı şampiyon ilan edilerek “Büyük ödülün” sahibi oluvermişti!
O dönemin ruhuna uygun Milliyetçilik akımlarıyla darmadağın edilen Osmanlı yerine kendi kendilerine bile yetmekte güçlük çeken uydu devletler mantar gibi türerken, bu kez mezhepçi kalıplar üzerinden var olan yapıların daha da ufaltılmaya çalışıldığı pekala söylenebilir.
İslam dünyasına bu tür dar kalıplar reva görülürken Batı dünyası ne yapıyor acaba?
Batı cenahı tam tersine ve bizde de kabul gördüğü üzere “Küresel üst akıl”, “Dünya devleti”, “Dünya vatandaşlığı” gibi senaryoların tartışılıp giderek güç kazandığı yeni bir sürece girmiş bulunuyor.
Küresel üst aklı, uluslarüstü güç odağı olarak tanımlamak mümkün. Tüm ulusları, tüm devletleri hatta tüm fertleri etkilemeyi markajına alarak istediği doğrultuda sevk ve idare etmek gibi bir hedef söz konusudur. Bu akım; medya, bürokrasi, siyaset, sermaye gibi kilit mekanizmalara tahakküm ederek bir çeşit dünya imparatorluğunu ifade ediyor. Bu mekanizma, daha ziyade dev şirketler ve kapital krallığıyla ünlenen Rockefeller ve Rothschild gibi aileler eliyle yürütülüyor. Küreselleşme önünde engel olabilecek her türlü etken değişik araçlarla bertaraf edilme yoluna gidiliyor. Kitle iletişim ağları, sosyal medya mecraları bu oluşumda çok etkin roller oynuyor. Hatta bu teknolojik mecralar, yaygınlaşan teknolojik araçların etkisiyle tüm bireyleri etkisi altına alıyor, beyinlerini formatlayıp yepyeni robotik nesiller oluşturuyor.
Aile bağlarından tutun, din, milliyet, devlet gibi insanlar arasında bağlılık noktaları oluşturan tüm hassasiyetler birer birer yok ediliyor. Teknolojiye bağımlılık, teknolojik araçlara bağımlılık, bu araçlar üzerinden sağlanan sosyal/sanal mecralara bağımlılık, insanları, bilhassa yeni yetişen nesilleri tek bir merkeze bağımlı kılıyor. Facebook gençliği, facebookun başlatıp yön tayin ettiği sosyal patlamalar, protestolar, isyanlar günümüzde sıkça duyduğumuz olgular olarak hayatımızda yer edinmeye başlamıştır. Bu durum “Dünya devleti” projesinin yakaladığı başarının ölçüsü olarak karşımızda duruyor.
Batı cenahı toplumsal yapımızı bu denli baskı altına alırken, İslam dünyası olarak kendi iç sorunlarımızı hangi kodlar üzerinden okumamız gerektiğini de bizlere dikte ederek yıkımımızı hızlandırmak suretiyle kendi projesi için kolaylaştırıcı bir şekle dönüştürmeyi başarıyor.
İslam dünyasının gerilimli noktalarına bir bakın. Afganistan’dan Suriye’ye kadar tüm noktalarda yaşanan krizlerin tümü, zaafımız olan mezhep fanatizmi üzerinden değerlendiriliyor.
Dini hassasiyeti erozyona uğrayan insanlar bile yaşanan çatışmaları mezhepsel kodlar üzerinden okuyor. Kaldı ki alimlerimiz, şeyhlerimiz, münevverlerimiz takındıkları benzer tavırlarla sosyal medya gençliğini aratmıyor.
Kimi laik, kimi dikta tavırlarla dindarlara kan kusturan, İslami akımları akamete uğratmak için siyonizmle bile işbirliğine gitmekten çekinmeyen birçok ülke, yaşanan krizleri mezhep hassasiyetleriyle ön plana çıkararak istismarın alasını yaşatıyor.
İşgallere karşı şanlı direnişler bile bir anda mezhep çatışmalarına dönüştürülüyor, işgalcilere karşı aynı safta savaşanlar bir süre sonra namlularını birbirlerine doğrultmayı CİHAD olarak görmeye başlıyor.
Onlar büyürken, küreselleşirken, yerküreyi hizmetlerine amade kılarken, İslam dünyası daha fazla küçülmenin, bölük pörçük olmanın küreselci ajanda doğrultusunda yürüyen sinsi bir proje olduğunun farkına bile varamıyor.
Onlar “Ümmetleşirken”, İslam dünyası Ortaçağ Avrupası’nın karanlığına hızla koşmanın telaşını yaşıyor.