• DOLAR 32.339
  • EURO 34.891
  • ALTIN 2393.414
  • ...

            Batı dillerinde yönetimi anlatan kelimenin İngilizce “state”, Almanca “zustand”, Fransızca “état” olduğu ve hepsinin sabitliği ve durmayı anlatan “stand”, “stop”, “stay” gibi kelimelerin ön ekiyle başladığı bilinen bir husustur. Bu etimoloji, kitlelerin bilinçaltına, ülkenin idaresinin şahıslardan önde olduğu mesajını verecektir.

           Rusça’da idare için kullanılan ağalık anlamındaki “gosudarstvo” ve Araplardaki hükümdarlık manasındaki “mülk” ise idareden ziyade o makama gelen kişinin sabitliğine vurgu yapar. Aşiretlerdeki “ağa”, “bey”, “mir” veya Osmanlı’daki “sultan”, “padişah”, “hükümdar”, “hakan” gibi ünvanların da bundan nasibi açıktır.

           Ancak özellikle son dönemde Türk, Kürt, Fars gibi unsurların dillerinde ise aslı yine Arapça olan “devlet” kelimesi yaygın biçimde kullanılır. Devlet ise “tedavül eden” manasındadır yani para gibi el değiştirecek demektir.

           Ve dananın kuyruğu işte burada kopmakta, devletin dayandığı düşünce veya ideoloji, değişime karşı direnirken son derece akıl ve mantık dışına çıkmakta, yönetimin el değiştirmesine imkan tanıyan seçim süreçleri de oldukça sancılı geçmektedir.

           Peki “adalet ve hakkaniyete en uygun olan yönetim anlayışı bu üçünden hangisidir?” denilirse herhalde cevap: “üçünün hikmetli ölçülerde karışımı” olacaktır.

            Yerel seçimler üzerinden yirmidört gün geçti. Ve sonuçlar biraz fazla sürpriz içerdiğinden, yorumlar, analizler daha uzun süre devam edecektir.

            Uzun süredir el değiştirmeyen koltukları bırakmak zorunda kalanlar, yönetimlerine “mülk” telakkisiyle bakmaya başlamışken “devlet” kelimesinin acı çağrışımı ile tanışmış oldular. Öte yandan idare için gerekli olan asgari düzeydeki ahlakî yeterlilikler yerine kendi aidiyetlerinin gururu ile koltukları devralanlar ise zafer sarhoşluklarını kontrol etmekte hayli zorlanıyorlar.

            Her bilenin üzerinde daha iyi bir bilenin olması gibi her gücün üzerinde daha güçlü birinin bulunması, hakimiyet, çaba, fırsat, strateji ve bedel arasındaki ilişkiyi aşırı derecede şüpheli ve sorgulanır hale getirmektedir.

            Osmanlı imparatorluğunun yıkılması için uğraşanlar meseleye sadece saray veya devletin başındakiler diye bakmadıklarından sonrasındaki yeni devlete yüklü miktarda sorunlu çevre ve hastalıklı kafa bıraktılar. Ve bunlar küresel hegemonya için elverişli etki ajanları olduklarından, halkın hem yozlaştırılması hem de seçimler için manipüle edilmesi çok zor olmadı.

            Bugün ülkenin geleceği için en büyük tehdit sayılan askeri vesayetten kurtulduk diye sevinenlerin, “kurucu vesayet” konusunu tartışmak yerine hiç toz kondurmadan sahiplenmeleri, gelecek nesillerin siyonizmin emrindeki bütün batılı yönetimlere bağımlılığını güçlendirmektedir.

            Evet son seçimde değişen koltuk sayılarındaki artış, batının iştahını o kadar açtı ki, Avrupa’dan gelen devlet yetkilileri merkezi idarenin zayıfladığını pekiştirmek için yerel temsilcilerle görüşmeye başladılar bile.

            Şimdi muhtemelen Türkiye’de taraflar, Diyarbakır gibi daha önce kayyım atanan yerler için bir süre batının tutumunu test edeceklerdir. Buralardaki belediyeler de ilk başta açık vermemeye çalışacaklar.

            Satranç yeni başlıyor. Irak temasları ciddi bir hamle gibi gözüküyor. Ancak bundan sonraki adımlar önemli.

            Yönetimi “ağalık” gibi görenlerin büyük güçlerle ittifakının güçlendiği yerde “devlet” döngüsünü başkasına bırakmamak için tüm kozlarını kullanacak olanların oynayacağı bir maç bu.

            Ne diyelim. İyi olan kazansın..