• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

Allah`ın adıyla

İnsanlığın sınıfta kaldığı; şiddetin, zulmün, kaosun çoktan üsküdarı geçtiği ve cihanın baştan başa kana bulandığı, despotların hükümran olduğu bir zaman diliminde yaşıyor olmak ne acıdır, düşünen için.

Hadsiz hesapsız kopan bu kıyametler, işlenen cürüm ve cinayetler ve hak ihallleri bu çağın kanamaya devam eden yaralarıdır. Yaraların sarılabilmesi ve toplumsal barış/selamet adına bireysel veya toplumsal kimin üzerine ne düşüyorsa bunu yerine getirmesi insani bir gerekliliktir. Bu münasebetle bireylerden ailelere tutun da STK`lara, hareketlere, devlete, hatta milletler birliğine kadar bir seferberliğin başlatılması elzemdir. Bu çıkarım ütopik olarak algılanabilir. Çünkü çağ bunalım ve buhran nöbetini yaşıyorken böyle bir seferberliğin olması bir yana konuşulmaya, tartışılmaya değer bir durum olmadığının farkındayım. Fakat, klasikleşen deyimleriyle “en büyük dostluklar bir gülücükle” ve “en uzun yolculuklar bir adımla” başladığı gerçeğini de gözardı edemeyiz. Peki kim, nereden başlayacak?

Bu soruya cevap vermeden önce sorun, sıkıntı, problemlerin çözümünde kilit kelimeler “tanı(n)ma” ve “anla(şıl)ma” kelimeleri olduğunu belirtelim.

Cevaba gelirsek biz, kendimizden başlayacağız. Neden mi? Zira herkes kendisinden başlasa sıkıntı kalmayacak.  “Nefsini bilen Rabbini bilir” veya “Rabbini bilen kendini bilir” sırrınca  kendimizden başlarken kendimizi tanımadan başlayacağız. Rabbini tanıyan ise Allah`ın ölçü, kural ve kaideleri çerçevesinde hareket etmek zorunda olduğuna kani olur. Bundan yola çıktığımızda Rabbini tanımayanın, Rabbine teslim olmayanın, Rabbinin buyrukları için “semi`na ve ate`na” demeyenin gerçek manada kendisini tanıması da mümkün değildir.  Eksi ve artılarıyla, doğru ve yanlışlarıyla kendini keşfetmeyenin, yaratılış gayesinden bihaber olanın gerçek manada yaratıcısını da bilmesi hiç mümkün olur mu?

Bu açıdan imanın basiretiyle bakıp görmenin veya inkarın karanlığında çömelip batmanın ne demek olduğu bir kez daha kendisini gösteriyor.  Bu hakikatı görmenin, anlamanın da maalesef tek çaresi kendini bilmekten geçiyor. Kendini bilmeyen/tanımayan muhataplarına kendini bildiremez/anlatamaz/tanıtamaz. Kendini tanıtamayan şüphesiz anlaşılamaz.

Kendisini bildikten, kendisini tanıdıktan sonra kendisini konumlandırdıktan sonra ilke ve ölçülerini tanımladıktan sonra öz kimliğimizi, bizi biz yapan davamızı anlatmalı, kavratmalıyız. Bununla beraber muhataplarımızı da okumamız, tanımaya çalışmamız lazım. Çünkü onları okumamız onları tanımaya, onları tanımamız onları anlamaya bir kapı aralayacaktır. İyi bilinmelidir ki muhatabını tanıma ve anlama çabasında bulunmayanın kendisini tanıtma ve anlaşılır kılma çabasının kıymeti harbiyesi de olmayacaktır.

Sorun, sıkıntı, anlaşmazlık, huzursuzluk, bunalım, buhran ve çatışmaları asgariye indirmenin yollarından birini de etkisizleştireceği muhakkaktır. Evet, ister bireyden topluma, ister yakından uzağa gidildiğinde birbirinin paralelinde tanı(n)ma için kaliteli bir çaba içine girilmediği müddetçe ne dostla nitelikli bir dostluk ne de düşmana karşı gösterilmesi gereken bir duruş sergilenebilir.

“İnsanların birbirini tanımaya en yakın olduğu zaman ayrılmaya en yakın olduğu zamandır”(Dostoyevski) sözünden hareketle tanıma ve tanınmayı ele aldığımızda her nereyi baz alırsak alalım; aslında ayrılmanın çoktan gerçekleştiği, kalplerin arasında derin uçurumların oluştuğu acı hakikatiyle yüzleşmek zorunda olduğumuzu görüyoruz. Ümitvar olduğumuz nokta ise özelde Kürtler, Türkler genelde diğer tüm milletler olmak üzere acılardan bıktığımız, ölümlerden çok çektiğimiz, şiddet, kan ve kaostan bitap düştüğümüz hakikatinin insanları, milletleri birbirini tanımaya ve birbirini anlamaya yönelik çabalar içerisine sokacağıdır. Yani ayrılmaya yakın olma bir yana birbirinden ayrı kalmanın, birbirine düşmenin getirmiş olduğu tecrübeyle tanı(n)ma ve anla(şıl)ma çabalarını doğuracağını ümid ediyoruz.

Üstad`ın “medenîlere galebe çalmak iknâ iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” Hakikatı bir manada bu hakikatı ne güzel dile getiriyor. Tabiki sözüm ona medeniyet, bilgi, teknoloji, iletişim çağında olup da dünün bedevileri gibi sözden anlamayan ve cebrin dışında hiçbir iletişim kanalı bırakmayanlar yok mu, olamaz mı? Bu da olabilir. Bunun böyle olması da bu hakikatı değiştirmez. Nihayetinde kendimizi tanıma, tanıtma ve muhataplarımızı tanıma ve anlama çabalarında “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.”(Nahl-125) Ayeti ne güzel kıstastır.

Bu minvalde bundan sonra tanı(n)ma ve anla(şıl)ma çerçevesindeki okumalardan paylaşımlarımız olacaktır, Allah`a emanetsiniz.