• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

        Bismillah…

        Yapılacak hiçbir şeyin mevcut olumsuz durumu değiştiremeyeceği düşüncesi…

        Duyguları çepeçevre kuşatan ümitsizlik…

        Zihinleri sarıp sarmalayan tükenmişlik…

        Şartlanma ve ön yargılarla bireyin ve toplumun kendini zincirlerle bağlaması…

        Adeta kendisine bahşedilmiş cennetin yerine cehennemi yaşamak…

        Sahip olunan potansiyelin ve neler yapabileceğinin farkında olamamak…

        Bütün bunları “öğrenilmiş çaresizlik” kapsamı dahilinde düşünebiliriz.

        Aslında bir şey öğrenilmişse genel olarak “birileri tarafından dolaylı veya doğrudan öğretilmiştir” anlamına gelir.

        Bundan dolayı ben buna “öğretilmiş çaresizlik, öğrenilmiş esaret” diyorum.

        İrademizi elimizden alan; kendimiz olmayı engelleyen; duygularımızı ve düşüncelerimizi esaret altına alıp bizleri sömüren karanlık odakların varlığının farkına varmak; sinsi ve ketum operasyonlarını sonuçsuz bırakmak için…

         Evet, yetersiz olduğumuz için değil, yetersiz olduğumuz algısı oluşturulduğunun şuuruna ererek bu handikaptan “hayat iman ve cihattır” yani “hayat, inandığın değerler uğrunda durup dinlenmeden gayret sarf etmektir” realitesiyle kurtulmamız mümkün olduğu için “öğretilmiş çaresizlik, öğrenilmiş esaret” diyorum.

         Yani Hz. Musa dönemindeki İsrailoğulları gibi bir anlayışa sahip olmamak… 

         Hayatı zindana dönüştüren “öğrenilmiş çaresizlik” sendromunun daha iyi anlaşılması için bu husus ile ilgili en popüler örneklerden birini zikredeyim:

         “Sirklerde yetiştirilen filler halen yavru iken, zincirin bir ucu yerdeki kazığa diğer ucu ise yavru file bağlanarak fillerin kaçmaları engellenir. Yavru fil bağlı olduğu zincirden kurtulmak istese de başarılı olamaz ve belli bir süre sonra bunu kabullenir. Zincirlerini kırmak için girişimde bulunmaktan vaz geçer. Yıllar sonra yavru filler büyür. Ancak bağlı olduğu kazık ve zincir aynıdır. Fakat filler kurtulamayacaklarını düşündüğü için kırmaya güç yetirebildikleri halde zincirleri zorlayıp da kaçmaya yeltenmezler.”

         Balık, köpek ve pire gibi birçok hayvan üzerinde yapılan deneyler sonucunda hayvanlar üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu görülen öğrenilmiş çaresizlik; insanın bireysel ve toplumsal hayatında da ciddi bir yere ve öneme sahip.

        Bireyin ve toplumun başarısını, kalkınmasını ve hatta; hürriyet ve egemenliğini olumsuz yönde etkileyen bu psikolojik sendrom başta eğitim olmak üzere sosyal, siyasal, ekonomik, askeri vesaire hayatın her alanını etkileyen bir mahiyete sahiptir.

        Cumhuriyetin ilanından sonra Stockholm sendromuna müptela olan Batı hayranı kadro tarafından, cumhuriyet yönetim sistemine rağmen demokrasinin işler hale getirilmediği tek parti dönemi boyunca cumhur iradesi yok sayıldı.

        Milli ve manevi hasletler ve değerler dikkate alınmadan, toplumun bünyesiyle uyuşmayan Batı kaynaklı “yasa ve uygulamalar” ithal edilerek öz benliğimiz yok edilmek istendi.

        1950’li yıllarda çok partili döneme geçildikten sonra neredeyse her 10 yılda bir darbe ve muhtıralarla millet iradesine müdahale edildi.

         Sayın Cumhurbaşkanımız:

         "Sandıktan çıkan irade hiçbir zaman tam olarak ülke yönetimine yansımadı. 1961 Anayasası'yla tesis edilen vesayet kurumları, milletten almadıkları yetkileri kullanarak milletin iradesine ortak oldu. … 15 Temmuz bir dönüm noktasıdır. 15 Temmuz, Türkiye'de gerçek anlamda millet egemenliğinin tesis edildiği gündür. Milletin iradesini teslim alma teşebbüsü, bizzat milletin direnişi ile engellenmiştir." söylemiyle hayati bir dönüşümü dile getirmiştir.

        Tüm etnik unsurlarıyla bütün bir millet “öğrenilmiş esarete” büyük darbe vurarak siyasi karar alıcılara ve yöneticilere bir çağrıda bulunmuştur aslında.

        Ülkeyi sirk’e dönüştüren ve milleti esaret altında tutan tüm zincirleri kırın!

        Biz arkanızda ve yanınızda değil önünüzde siper oluruz.

        15 Temmuz’da olduğumuz gibi…

        Malımızı, canımızı; evlad ü iyalimizi feda ederiz.

        Hükümet, hiç kimseye kolay kolay nasip olmayan bu nimetin şükrünü eda etmeli…

        Nasıl ki, İMF’nin sömürüsüne son verdiyse,

        Nasıl ki, Ayasofya’yı tekrardan camiye dönüştürdüyse…

        Öyle de;

        İsrail’i bir devlet statüsünde değil de bir “terör şebekesi” düzeyinde görecek şekilde ilişkiler serdetmeli,

        Tek bir ırkı değil tüm ümmeti ve hatta tüm insanlığı kucaklayan söylem ve uygulama içine girmeli,

        Aile müessesemizi yok eden ve sapkınlığı meşrulaştıran başta “İstanbul Sözleşmesi” olmak üzere tüm yasal düzenlemeleri feshetmeli,

        Eğitim alanında ABD ile imzalanan ve kültürel hegemonyaya sebebiyet veren Fulbright tarzı anlaşmalara son vermeli,

        Ve burada ifade etmediğimiz ancak karar alıcıların vakıf oldukları tüm zincirleri kırmalı.

        Bu millet ölümüne M. Akif Ersoy gibi haykırmakta:

        Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

        Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

        Evet, şu an muktedir olan iktidar bu haykırışın ve mesajın hakkını vermeli…     

        Allah(cc)’a emanet olunuz.                                                                             Murat DALKILIÇ