• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

                                                     Malum Corona ailesine mensup ve özel ismi Covid-19 olan bir virüsten dolayı ülke olarak üye olmak için çırpındığımız ve bu uğurda nice değerlerimizi hoyratça harcadığımız Avrupa Birliği’nde ciddi manada dağılma ve parçalanma zemini oluştuğuna dair emarelerin belirdiğine şahit olmaktayız.

              Önce İtalya'nın eski başbakanı ve ana muhalefet partisi lideri olan Matteo Salvini “AB'den nefret ediyor ve tiksiniyorum. Birlikten ziyade, yılanlar ve çakallar mağarası. Önce virüsü yeneceğiz, sonra dönüp AB'yi düşüneceğiz. Gerekirse teşekkür etmeden ayrılacağız” ifadelerini kullandı.

              Salvini’nin bizzat kendisinin yakinen tanıdığı AB için kullanmış olduğu ‘yılanlar ve çakallar mağarası’ ifadesi manidardır.

              Salvini’den sonra İtalya ve İspanya başbakanları da AB’ne yönelik sert çıkışlarda bulundular. Ayrıca siyasilerden ve halktan AB bayrağını indirmeye varıncaya değin çok sert tepkiler gösterildi.

              Tüm bu gösterilen tepkiler ile birlikte İtalya ve İspanya’da Covid-19’dan dolayı binlerce insanın hayatını kaybettiği bir esnada Batılı devletlerin kendi aralarında birbirlerinin maskelerine el koyma girişiminde bulunmaları bunların ne menem bir dünya görüşüne ve kültüre sahip olduklarının ilanıdır.

            Maske aslında Batı’nın yabancı olmadığı bir araç ve figürdür. Tarihlerinde kültür haline getirip düzenledikleri maskeli balolarda her türlü fuhşiyata, skandallara ve entrikalara imza attıklarını okumaktayız. Öyle ki, 1771 yılında İsveç kralı III. Gustav düzenlediği bir maskeli baloda öldürülmesi, batılıların gerçek yüzlerini örttüklerinde ne denli ucube bir canavara dönüşeceğinin delilidir.

            Emperyalist Batılı devletleri demokrasi ve halkların özgürlüğü maskelerini takarak İslam coğrafyasında bazen bizzat kendisi ve bazen de yerli taşeronları eliyle nice kıyımlar, katliamlar ve tecavüzler gerçekleştirdiğini bilmeyenimiz yoktur.

            Ancak maske düşmüş çirkef yüzleri görünmüştür.

            Yaşanan böylesi tecrübelerden sonra halen kapitalist ve şovenist Batı dünyasından (İstisnai durumlar hariç ki, bu istisnai durumlar da neredeyse yok denilebilecek miktardadır)insani değerler namına bir şeyler beklemenin basiretsiz olmanın ötesinde bunun apaçık bir eblehlik olduğunu söylersem, acaba ağır olur mu?

             Elbette ben burada Batının ulaşmış olduğu ve elde ettiği bilimsel ve teknolojik gelişmelerden faydalanmayalım demiyorum. İslami dünya görüşünde hadisi şerifte geçtiği şekliyle “İlim Çin’ de de olsa gidin alın” anlayışı vardır. Buradaki kastım sosyal, siyasal, askeri, iktisadi ve de kültürel olarak Batı’ya dayanmamaktır.       

             Şu yaşananlar esnasında zihnimde oluşan şu soru sizin de zihninizde de hiç oluştu mu?

             Batı Dünyası yardımlaşarak en az kayıp ile atlatabileceği bir musibetten dolayı bu zelil duruma düşerken nasıl oluyor da farklı farklı kültürlere sahip olan halklar ve toplumlar, eskiden yaşanmış olan İslam Medeniyetinin çatısı altında asırlar boyunca ciddi bir ayrışma problemi yaşamadan birlikte bir yaşam sürebildi?

             Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak, Ermeni, Süryani ….

             Tüm bu farklı kimliklere ve karakterlere sahip toplumları asırlarca bir arada tutabildi…

             Bunu sağlayan cevher sahip olunan kültürde ve dünya görüşünde mevcuttur.

             Türk Dil Kurumu “kültür” kavramını temel anlamda “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde oluşturulan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları oluşturmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin” olarak tanımlar.

            Kültürün unsurları ise şunlardır:

            Dil, Din, Gelenek ve Görenek, Sanat ve Tarih.

            Bunlara ek olarak bazıları o toplumun yaşadığı coğrafik bölgeyi de saymışlardır.

            Her neyse biz gelelim asıl konumuza.

            Kültürün unsurları içinde yer alan ‘dinin’ kendi içinde barındırdığı temel dinamik, o dinin sahip olduğu dünya görüşüdür. Hatta bir dinin sahip olduğu ‘dünya görüşü’ sosyal hayattaki dominant etkisinden dolayı kültür oluşumunda ve muhafazasında başat role sahiptir.

            İşte çeşitli kültürlere sahip bunca toplumların asırlarca İslam Medeniyetinin çatısı altında bir arada yaşayabilmelerinin asıl sebebi İslam’ın dünya görüşünden kaynaklanmaktadır.

            Çünkü İslam’ın dünya görüşünde “Önce ırkım öncelik çıkarım” yoktur.

            İslam’ın dünya görüşünde “Önce insan ve öncelik adalet” ilkesi esastır.

            Allah’a emanet olunuz.