• DOLAR 32.381
  • EURO 34.717
  • ALTIN 2400.92
  • ...

İslam'da cihadın amacı, toplumda baş gösteren fitneyi ortadan kaldırmak, zulmü ve ifsadı önlemek, ilay-ı kelimetüllahı gerçekleştirmek için din ile insanlar arasındaki engelleri ortadan kaldırmak, onların rahat bir şekilde İslâm'ı tanımalarına fırsat vermek ve özgürce O’na inanmalarını sağlamaktır.

İslam hiçbir zaman cihad realitesini göz ardı etmez. Çünkü cihadın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Birinci tercih olmasa da bazen kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak, toprak ele geçirmek, insanlara tahakküm etmek, onlara karşı büyüklük taslamak, onları öldürüp kaynaklarını ele geçirmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için cihad etmezler. Bunların hiçbiri İslâm'da yeri yoktur.

İslam, cihadı ekonomik, sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insani hedeflerin gerçekleşmesinde gerektiği zaman başvurulacak bir metot olarak kabul eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: İslam'ın dışında bütün savaşların özünde menfaat ve çıkar ön planda; İslâm'ın cihad anlayışında ise, Allah'ın rızası ön plandadır. Özünde menfaat ve çıkar değil, ahiret boyutu ağırlıktadır.

Bu anlamıyla cihad, aynı zamanda bir ibadettir. Çünkü cihad Allah'ın insanlar için seçtiği iki dünya saadetini insanlara taşıma çabasıdır. İnsanları zulmün ve tuğyanın karanlıklarından kurtarıp İslâm'ın nuruna ulaştırma çalışmasıdır. Bu nedenle cihad fiziki bedenleri teslim alma ameliyesi değil, gönüllerin fethidir. Yani cehaletin karanlıklarında kalan insanların gönlünü  İslam'ın güzelliğine açma açılımıdır cihad.

İslam'da asıl olan davettir. Davet yolu açık olduğu sürece fiili cihada gerek duyulmaz. Ama ne zaman ki, davet yolu kapandı, zalimler tarafından müminlerin irtidâd etmeleri için şiddet, işkence ve baskı uygulandı, işte o zaman davetin önünü açmak için, ya hicret ya da fiili cihad kaçınılmaz olur. Nitekim bütün peygamberlerin davetinde bu iki yoldan birini mutlaka görmekteyiz. Ama kimilerinde her ikisini de görmek mümkündür.

Davetin birinci aşaması, insanların yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, Allah'tan başka hiçbir mabudun Rablığını, ilahlığını tanımamaları ve peygamberlerine itaat ederek şeriatına tabi olmalarını sağlamaktır. İkinci aşaması ise, Allah'ın dışında tüm sahte ilahları, putları, tağutları reddetmektir. Bunlardan ne bir kar ne de bir zarar gelebileceğini açık açık anlatmaktır.

Nitekim Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, Mekke'de davet yolu kapanınca önce ashabına Habeşistan'a hicret etmelerini müsaade etmiş, sonra Medine'ye, sonra kendisi de Medine'ye hicret ederek bu birinci aşamayı yani hicret boyutunu gerçekleştirmiştir. En nihayetinde ise, "Bedir’de" ilk fiili cihadını yaparak ikinci aşamasını da bilfiil gerçekleştirmiş olarak bizlere ölümsüz bir örnek, bir metot bırakmıştır.

Ne yazıktır ki, bazen zulme karşı, baskı, işkence ve ambargolara karşı insanın hicret imkânı bile olmaz. Sadece tek bir yol kalır, o da fiili cihad yolu. İşte o zaman müminler canı, malı ve ırzı için savaşırken ölürlerse şehit, kalırsa gazidirler. Nitekim peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem: "kanı uğrunda öldürülen şehittir, malı uğrunda öldürülen şehittir, ailesi (namusu) uğrunda öldürülen şehittir" buyurmuştur. (Ebu Davud ve Tirmizi)

İşte bugün Filistinli, Gazzeli kardeşlerimiz bu durumu bilfiil canlı canlı yaşamaktadırlar. Öyle ki, hicret etseler bile başka devletler onları ülkelerine kabul etmiyor; kalsalar azılı düşman Siyonist çeteler eman vermiyor. Kadın, çocuk, yaşlı demeden katliamlar yapıyor Siyonistler. Peki, bu ölüm çemberine alınmış, dar bir alana sıkıştırılmış Müslümanlar izzetiyle şerefiyle canını, malını ve ırzını koruma pahasına savaşırlarsa terörist mi oluyor? Hayır, asla hayır...

Hem de bütün Müslümanların ortak davası olan "Mescidi Aksa" gibi kutsal bir değeri koruma pahasına olunca... Asla ve kat'a... Aslında bugün bütün dünya Müslümanları üzerinde onlara yardım etme, maddi ve manevi olarak bütün güçleri ile onları destekleme mecburiyeti vardır. Yoksa Allah'a verecek bir cevapları yok.