• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Orucu başlı başına bir kişilik inkılabı olarak görmüşüm hep. Bedenden ruha sirayet eden, içten başlayıp dış dünyayı saran bir inkılap. Şecaat, cesaret, adalet, merhamet, feragat gibi insani ve İslami hasletlerin içten dışa, zihinden kalbe, sözden eyleme neşvünemâ bulduğu tek kişilik inkılabın adıdır oruç.

                Bu nedenledir ki bu ayda rahmet kapıları ardına kadar açılmıştır. Kul eylemi ile açtırmıştır. Ve herkese şahsına münhasır yağar rahmet.

                Oruç nefsini, heva ve hevesini, menfaatlerini, hatta dostluklarını terk etme pahasına mazlumun, mağdurun, mahrumun, biçarenin yanında yer alabilmenin adıdır. Belki böylece göklerin kapıları açılacaktır.

                Ramazan; orucun farzlarını, sünnetlerini, rükünlerini, bozanını bozmayanını kitabın en derin yerinden tartışmanın ayı değildir. Oruç; komşuda, sokakta, mahallede, şehirde, ülkede ve dünyada aç, mağdur, mahrum, mazlum, maktul var mı diye kitabın en muhkem hükmü ile ve kılı kırk defa yararak bulup, bileşik kaplar misali onlarla eşitleninceye kadar alıp vermektir. İşte belki o zaman gökten istemeye yüzümüz olur. Yani oruç Allah’tan istemeye yüz bulmanın adıdır da.

Öyle görünüyor ki bu ramazanda melekler pek rahat olacaklar. 510 milyon kilometrekarelik yeryüzünün sadece 360 kilometrekaresine sahip Gazze’ye inip çıkacaklar. Rahmet sadece oraya yağıyor/yağacak. Gerisine ne yağar onu siz söyleyin.

“Efendim biraz para gönderdik, ağladık, bağırıp çağırdık. Elimizden başka ne gelir?” diyerek ancak nefsimizi aldatırız. Lübnan, Yemem ve kısmen Irak’ı çıkarırsak geriye ümmetten bir tek Müslümanın burnu kanamadı be! Tarihin en vahşi katliamını canlı canlı ve aylarca izliyorken bir tek Müslüman isyan etmedi. Bir tek kahraman çıktı kendini yakan. O da zulmün başkenti Washington’dan çıktı. Tabi onu da trollerimiz provokatör, işbirlikçi ve zındıklıkla suçladılar.

Türkiye’den bir tekimizin burnu kanamadı bu meselede. Polisten dayak yiyecek kadar bile öfkelenmedik. Oysa Suriye iç savaşına Batı da dahil İslam aleminden on binlerce genç türlü türlü yolları aşıp gidip savaştı.

Türkiye’den yüzlerce çifte vatandaş Siyonist gidip Filistinlileri katledip ülkeye geri döndü. Belki bu kahpelere ileride üstün cesaret madalyası bile takarız. Hatta “gazi” statüsüne alırız. Hatta israil’i devlet kabul eden ilk ülke olarak israil’in zaferine katkımızdan ötürü on yıllarca övünür dururuz Kore’de olduğu gibi. Ama bir tek Müslüman Gazze’ye desteğe gitmedi/gidemedi. Gidecek olsa anında derdest edilir ve “hain, provokatör, İran ajanı, MOSSAD elemanı” damgası alnının ortasına bir daha çıkmamak üzere vurulur alimallah.

Oysa biz, Ömer’in, gerekirse kılıçlarıyla düzeltecek kardeşleri olmalıydık. Bunu ondan öğrendik. Dicle’nin kenarındaki kuzudan mesul olduğunu söyleyen o, “Biz kaybedersek Kudüs düşer” diyen o, “Kassam mücahitler topluluğudur” diyen o, “Biz kazanırsak Gazzeli çocuklar sevinecek” diyen o, “İsrail terör devletidir ve soykırımcıdır” diyen o, “dünya beşten büyüktür”, “one minute” diyen o.

İsrail ile her türlü ticari, askeri ve siyasi ilişkiye devam eden de yine o. Gazze’ye de israil’in izni olmadan bir “peskevit” sokamayan gene o.

Kırk yıldır şahsım da olmak üzere başı her dara düştüğünde malıyla, canıyla, reyiyle, duasıyla, kılıcıyla, kalemiyle yardımına koşan bizler kızılca kıyameti koparma hakkımızı saklı tutarak sitem ve serzenişte bulununca kendi deyişiyle kul hakkına giren biz oluyormuşuz. Ben çözemiyorum.

Orucumuzun, Gazze için gerekirse ölmek dahil bütün destek yollarını bize açtırması dileğiyle…