• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Lort Gladstone Kur’an’ı eline alıp hayâsızca salladı ve dedi ki; “Biz bu Kur’an’ı Müslümanların elinden almadıkça veya Müslümanları bu Kur’an’dan soğutmadıkça onlara hâkim olamayız.”

Altın çağ denilen şu zamanda bu sözün tezahürlerini her tarafta görmem mümkündür. En acı verici yanı da gençliğin sürüklendiği Kur’an’sız bir hayat tıkırında işliyor. Ve bu bir neslin, bir ülkenin, insanlığın can damarının kan damarına dönüşmesi demektir. Kur’an’ın hayattan, toplumdan, bir gönülden alınması ölümdür. Eşref makamında yaşamak ancak onunla mümkündür.

Geçenlerde yaşanan Kur’an-ı Kerim’e yönelik menfur hadise yüreğimizi dağlarken bazı hususları da fehmettirdiğini düşünüyorum. Bir ülkenin savaşa çıkması kadar, en büyük depremin olması kadar, tüm afetlerin ülkeyi sarsması kadar dehşet bir olay olarak görmeliyiz bunu. Müslüman bir toplumda gençliğin inançsızlık noktasını geçtim, ‘saygısızlık’ boyutunu dahi bu derece yitirmesi elem verici bir ızdıraptır. İsterdim ki o gün hayat dursun, çünkü gençliğimiz can suyu yerine kan suyu içiyor. İsterdim ki o gün ‘son dakika’ niteliğinde önem görsün. Fakat tartışma programlarında dahi bahse konu olmayan, sadece inanç değerlerine sahip olan kesim tarafından birkaç kelamla sahiplenilen bir mesele oldu. Ayrıca bu hususta dahi Müslümanların aynı dili kullanmamaları, olan durumu olağandışı tevillerle masumlaştırmanın trajik yanı ise içler acısı… Ya da İslam adına güzelliklere odaklanıp bunun gölgede kalmasını ve basit bir olaymış gibi hissettirmek de ayrı vaka. Müslüman bir ülkede tekmelenen bizim için ne kadar mühimse, bunu gencin yapıp gençliğin bu yöne kaydırılmaya çalışılması da aynı derecede önem taşır.

Resulullah’ın davası en çok gençlere ilham oldu ve en çok gençler sahip çıktı. İlk Müslümanlar gençlerdi ve her anlamda İslam’a katkı sağlayan gençlerdi. Peki bizim günümüz gençliği nereye gidiyor? İnancımıza, değerlerimize nasıl bir anlam yüklüyorlar?

Yazımın en başındaki çirkef söze gidersek bunun söylem değil de çok ciddi plan olduğu hissedilir. Ve gerçekten düşmanın bu planı her yerde. Sosyal medya ortamında yaşanan rezaletler, insanlık dışı eylemlerde bulunan fenomenler, TV program ve dizileri, okullarda ‘bayram kutlamaları’ adı altında sergilenen ahlak dışı kıyafet ve gösteriler, mezuniyet programlarında yaşanan tahribat, dansözün okullara girdiği bir dönem…

İslam ve değerleri adına herkesin haddini aşarak çok rahat konuştuğu, deizm akımının revaçta olduğu, ülke başında olan yönetimin ‘dindar nesil’ adına hiçbir şey yapmaması, ekonomik sorun kadar ‘ahlaki çöküntüyü’ dert edinmeyen toplum, İslam’a davette ve sevdirmede pasif kalan Müslümanlar ve en büyük suçlu ebeveynler…

Artık her yerden büyük bir saldırı var. Ve bu saldırıları bertaraf edememede hepimizin suçu var. Dünyevileştikçe ne farkında oluyoruz ne de derdinde…

Altın çağ dense de en karanlık dönemini yaşıyoruz zamanın. En çirkef dönemini… Eski zamanların maneviyatını şu anın varlığına tercih ediyoruz. Elbet umutsuzluk yok ve bu karanlığa ışık olacak İslam’ı daha çok yaşamak ve nesli onunla yaşatmak kadar büyük bir derdi yaşamak gerekiyor. Kur’an’ı tekmeleyen genç, örtüsünden vazgeçen genç, namazını terk eden genç bizim neslimiz. Farkında olarak daha doğru adım ve gayretlerle güzel haberlerin müjdesinde baharlara erişebiliriz belki. Her zaman ‘akıbetimiz hayrola, güzel ola’ duasına iltica ediyoruz ve daha çok etmeliyiz… Ancak şunu da bilmeliyiz ki; duanın sadece el açma değil, eylem boyutunu yapmak gerekiyor evvela…