• DOLAR 32.223
  • EURO 34.933
  • ALTIN 2444.474
  • ...

İki kutuplu bir dünyada, 1949 yılında Doğu Blokundan korunmak için ABD öncülüğünde çoğunluğu AB ülkelerinin katılımıyla Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) kurulmuştur. Türkiye de hiç ilgisi olmadığı halde bedel olarak Kore Savaşına katılarak 1952 yılında birliğe üye oldu.

Komünist tehdidine karşı büyük bir kaygı yaşayan AB ülkeleri için Sovyet Rusya’nın her an tehdit olabilme ihtimalini bertaraf etmek için NATO’ya katılım kaçınılmaz olmuştur. NATO’nun kuruluş amacını belirleyen 5. Maddesi: “Tarafların, Avrupa veya Kuzey Amerika'da bir veya daha fazlasına karşı yapılacak silahlı bir saldırının hepsine karşı yapılmış sayılacağı konusunda mutabıktır" olduğunu ifade ediyor. Birliğin katılımı için güvence anlamına gelen bu madde, bazen yetersiz kalabiliyor. Türkiye’nin hava savunma sistemine en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda NATO üyelerinin patriotları göndermede çekimser kalmaları ve Türkiye’nin S400’e yönelmesi buna bir örnektir.

NATO kuruluş amacı Sovyet Rusya’ydı ve Sovyetlerin çöküşü hem Doğu blokunu saf dışı bırakmış hem de açık bir tehdit olmamasına rağmen NATO kapsamının genişlemesini sağlamıştır. Sovyetlerin çöküp yeni bir devletin kurulması devletin kendi hafızasında NATO düşmanlığını silmemiştir. NATO’nun Rusya karşıtı olarak kurulduğu gerçeği Rusya’nın hafızasında her zaman canlı durmuştur. Rusya, Kuzey Avrupa Ovası gibi devasa büyüklükte düz bir araziye sahip olduğu müddetçe NATO tehlikesini bertaraf etmek için gerekli önlemleri almaktan hiçbir zaman çekinmeyecektir. Bu tehdidin güney kısmını oluşturan 2008 yılında Gürcistan’da Abhazya ve Güney Osetya’yı garantiye alarak ve 2014’te Kırım’ı işgal etmesi, sınırların bir tarafını güvence altına alarak Ukrayna’ya dönmesi NATO tehdidinden kaynaklanmaktadır. NATO, Rusya’ya yanaştıkça Rusya, ayı kimliğini ön plana koyarak saldırganlaşmaktadır. NATO’yu kendinden uzaklaştırmak için Ukrayna’nın Donbass bölgesine girip bağımsızlığını tanıması kaçınılmaz olmuştur. Rusya’nın bu bölgelerden çıkması ağır bir bedelle olması mümkün. Hatta Odessa gibi bir liman kentinin Rusya’nın eline geçmesi halinde, Moldova’nın sınırını muhafaza etmek için uykusuz geceler yaşaması kaçınılmazdır. Moldova’nın AB üyeliğine başvurması ve Rusya’nın teamülleri olarak; AB üyesi olmak NATO’ya üye olmanın ilk adımı olarak gördüğünü hatırlatmakta fayda var.

Türkiye kısmına gelecek olursak; yeni bir üyenin katılımı tüm üye ülkelerin onayıyla olmaktadır. Türkiye bunu ilk defa İsveç’in üyeliğinde uluslararası platformda etkili olarak kullandı, daha önce Yunanistan ve Fransa’nın geri dönmesine onay vermesi ve bunu stratejik kazanım olarak kullanmaması alınacak bir ders niteliğindedir. Bu özelliğiyle Türkiye, NATO’nun kamburu demek yanlış olmaz. Batı’nın İslam ülkelerine tahammülsüzlüğü NATO’da da kendini göstermektedir. Bu sebepten dolayı Türkiye’nin NATO içinde kalması yine stratejik bir duruştur, çıkması; Türkiye’yi NATO’ya tehdit ülkeler arasına koyacaktır. Türkiye’nin Ukrayna’ya rağmen NATO ve Rusya arasında kurduğu denge politikası savaş tehdidini uzaklaştırdığı gibi enerji koridoru gibi ekonomik fırsatları da sunmaktadır.

NATO, Rusya ile yetinmeyip Çin’i de içine katmaya çalışmaktadır. Bunun için Japonya’nın, NATO nezdinde daimi temsilcilik açması söz konudur. ABD, NATO ile Çin’i çevrelemek istemektedir. Dikkatler orada. Çünkü gelecek yüzyılın tarihinin, dünya nüfusunun yaşadığı Asya ve Pasifik’te yazılacağı öngörülüyor.