• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Gündem Doğu Akdeniz olunca ve bölgeye yoğunlaşınca etraftaki ve içerdeki hareketliliklere alan açıp taviz olarak değerlendirmek başka bir hata olur. Açalım…

Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle kuzey komşumuz olan Rusya aynı zamanda Lazkiye ve Tartus’ta yıllarca sürecek varlığıyla güney komşumuz olmuş durumda, Karadeniz’in eskisi gibi güvenli olmamasına bir de Doğu Akdeniz’de oluşmaya başlayan Rus varlığını eklersek güvenlik büyük bir yara oluşturmaktadır. Türkiye Osmanlıdan bu yana savaşı uzağında tutma politikasını yürütmektedir fakat Kırım ve Suriye olayları bu politikaya zarar vermiştir.

Diğer taraftan ülkede var olan ekonomik kriz, büyük bir projesi (Bir Kuşak Bir Yol) olan Çin gibi devletlere fırsat doğurmaktadır. Rusya enerji ve silahıyla Türkiye’yi kendine bağlı hale getirirken ve beraberinde etrafımızı sarması ardından Çin gibi bir devletin önemli şirketlerinin, güzergâhları satın alıp ithalat rakamlarını arttırmaya çalışması ekonomik krize kısa vadeli bir soluk olsa da ülkenin başına yeni bir bela anlamına geldiği de gözden kaçmamalıdır. Çin’in Afrika ve Güney Amerika’daki yatırımları buna güzel örnektir. Çin kendi ülkesinde dış yatırımcı için aldığı önlemlere benzer bir önlem alınmadığından ve Türkiye’deki serbest ticaret politikasından dolayı, “satılan her şeyi al” anlayışıyla satılık, ortaklık gibi kapısı aralanan tüm yatırımları parsel parsel ele geçirmektedir. Ayrıca yaptığı tüm yatırımlarda hiçbir istihdam oluşturmamakta kendi işçisini Çin’den getirmektedir.

İçerideki tehditler sadece ekonomik değil elbette gıda üzerinden oynanan oyuna bir de tüm insanlık nesline bir lanet olan İstanbul Sözleşmesi var ve buna kılıf olan 6284 sayılı kanunun 2. Maddesi içeride kültürel yozlaşmaya ek olarak toplumun en hassas ve en önemli kurumu olan aileyi hedef almaktadır. Bunları feminist kesimlerin masumane hakları olarak görmek kendi neslinin sonunu hazırlamaktan başka bir şey değildir. Yine tüm bunlara zaman ve sabır anlayışıyla bakmak, genç yaşta evlenip ve büyük bir iftirayla tecavüzcülerle birlikte hapis olan babaların çocuklarına veya yetişen yeni neslin yozlaştıktan ve cinsiyetsizliği benimsedikten sonra önlem anlamına gelmemelidir. Bu durum bir beka durumudur ve maalesef parmakla sayılacak kadar yazar ve her platformda kesintisiz dile getiren HÜDA-PAR dışında hemen hemen hiçbir kesim bununla ilgilenmemekte ve gündeme bile almamaktadır. İstanbul Sözleşmesi bir küresel dizayn oyunudur, 4. Sanayi devriminin topluma ve aileye biçtiği bir kefendir. Toplumu bireyselleştirmek ve cinsiyetsiz nesiller yetiştirmektir.

Dış politikaya sadece beka gözüyle bakmak; bizim içeride en büyük zenginliğimiz olan aileyi, genç nesli ve gıdayı göz ardı etmemize neden olmamalıdır.