İSLAM İÇ BARIŞI DEĞİL MÜSLÜMANLARIN İÇ BARIŞI
Yanlış temelde doğru bina yükselmeyeceği gibi yanlış değerlendirmeler ile doğru sonuca
varmak da imkânsızdır. Onun için bazı meselelerin temelinin iyi bir şekilde tespit edilmesi,
sınırlarının iyi bir şekilde belirlenmesi zorunluluğu vardır... Bu bağlamda, evvela İslam ile
Müslümanlık arasındaki farkı çok iyi anlamak, görmek gerekir.
Dinin Allah ile ilgili boyutu İslam’dır, kusursuzdur, mükemmeldir...
Fakat insana taalluk eden boyutu, insana uzanan boyutu ise "Müslümanlıktır"... Müslümanlık
insan karakterlidir, eksiklikler noksanlıklar yanlışlar hatalar söz konusu olabilir.
Hak Teala Kur’an-ı Kerim'de; "üzerinize düşen nimetimi tamamladım size din olarak İslam’ı
seçtim" buyururken; aynı zamanda sistemsel olarak da İslam'ı tamamladığını, yani kemale
erdirdiğini, mükemmelleştirdiğini bildirmektedir.
Bu sebep ve vecihle İslam mükemmeldir, kusursuzdur, tamdır.
Fakat Müslümanlığa gelince;
Müslüman; İslam'a giren insan demektir. İnsan ise eksiktir, noksanlıkları vardır. O eksiklik ve
noksanlıkları girmiş olduğu o sisteme taşıyabilir.
Nitekim Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim'de bu durumu şöyle izah eder ," .... İman ettik demeyin,
İman henüz boğazınızdan aşağı geçmemiştir... Biz Teslim olduk deyin. "
İşte Müslümanlık İslam'a olan bu teslimiyet kısmıdır... İmanın boğazdan geçen kısmı oranında
tecelli eder. Yani ne kadar iman edildiği burada çok önemlidir.
O yüzden Müslümanlığın üst ve alt dereceleri vardır. Müslümanlığın üst dereceleri:
bir Müslüman Mümin olabilir, Muhsin olabilir, Muhlis olabilir, Muvahhit, Mücahit olabilir... En üst
seviye olarak mukarrebun olabilir...
Bir de alt dereceleri olarak; bir Müslüman fasık olabilir, facir olabilir, günahkar olabilir ve en
nihayetinde münafık olabilir ki; münafıklık ahirette kafirden de daha aşağı bir derecedir...
Bu bağlamda çok rahat şunu söyleyebiliriz ki bugün İslam coğrafyasında Müslüman alemde
cereyan eden bütün sorunlar; İslam kaynaklı değil, Müslüman kaynaklıdır. Sorunların temelindeki
talepler de İslami taleplerden ziyade insani temayüllerden kaynaklanan beşeri sorun ve
taleplerdir...
Sorunların temelinde ciddi bir adaletsizlik yatmaktadır... Bugün Suriye ve diğer İslam
coğrafyalarındaki sorunları, çekişmeleri, çatışmaları bu bağlamda görmek ve değerlendirmek
gerekir. Suriye'nin geçmişinde zulüm olmasaydı, adalet olsaydı, kaynaklar eşit bir şekilde
dağıtılır olsaydı; insanlar ırklarına, aşiretlerine göre gruplara, sınıflara ayrılmasaydı, 1. 2. 3. sınıf
vatandaş olgusu ve algısı olmasaydı, Suriye bu hale gelir miydi?
Mısır bu hale gelir miydi?
Irak bu hale gelir miydi? Hakeza her bir İslam coğrafyası bu hale gelir miydi?
Sorunlar sonuçları üzerinden değil, süreçleri üzerinden değerlendirilerek ancak doğru bir
sonuca varılabilir...
Suriye'deki ve Arap alemindeki, İslam coğrafyasındaki sorunlar bir günde ortaya çıkmış
sorunlar değildirler... Yüzyıllarca geriye uzanan boyutları vardır. Bunları görmek gerekir... İslam
coğrafyasındaki, Müslüman halklar arasındaki, adaletsizlikleri, dengesizlikleri, zulümleri bütün
süreçleri ile görmeden yapılan her değerlendirme eksiktir, noksandır, kusurludur, adaletsizdir...
Sorunları yabancı güçlere kâfirlere atmak da ayrı bir çıkmaz, hatta ucuzculuk olur... Ulus
menfaatlerine İslam maskesi takmak, gidişatı meşrulaştırmaz.
Amerika, Rusya, Avrupa, Batı ya da batılı güçler bugün bu coğrafyaya gelmiş değildirler... 100
yıldan beridir buralardadırlar... Arap baharı olarak adlandırılan süreçten önce de buradaydılar...
Hatta pek çok bölge ülkesi ile 1. dereceden müttefiktiler, stratejik ortaktılar...
Netice itibariyle Suriye'deki bu soruna adalet ve mantık temelinde yaklaşmak gerekir... İslami
bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Aşiret tarafgirliği veya ulus menfaatçiliği daha büyük
girdaplara sebep olacaktır...
İslam'dan ve adaletten yana taraf olmak, herkesin ve her kesimin menfaatinedir...
Bu ümit ve temenni ile Allah'a emanetsiniz.