İnsanın ilk yaratılışından kıyamete kadar ona düşman olan, onu bedbaht, mutsuz ve rahmetten mahrum bırakmak için tüm gayretiyle çalışan şeytan ve şeytanının işini kolaylaştıran, günah ve isyana meyilli nefis vardır. İnsanı türlü tuzaklarla ve hileli oyunlarla düşürdüğü sayısız kuyu ve zindanlar vardır nefis ve şeytanın. Öyle karanlık ve içine ışık sızmaz kör kuyular vardır ki; insan içine nasıl ve ne zaman düştüğünü anlayamaz bile. Bazen de çok geç anlar. Öyle duygu ve düşünceler vardır ki; karanlık zindanlar onun önünde aydınlık kalır. Bir kez içine düştü mü kalbi ve ruhu öyle karartır ki şu dünya hayatını zehir zembereğe çevirir. Yakasını bu uğursuz duygu ve düşüncelere bir kere kaptıran insanın hayatını huzur ve mutluluk terk eder. Artık; gam, keder, hüzün, kırgınlık, kızgınlık, öfke ve kin lav gibi vücut azalarından püskürür. Kalbi bu duygularla sarmalanan insanın içinde pozitif bir duygu barınamaz. Hayatı mutsuz ve huzursuz eden bu duygulara kapılan insan başkalarına da rahat ve huzur vermez. En yakınından en uzağına kadar herkes hedef tahtasındadır. Devamlı olarak diğer insanların kendisine yaptıkları haksızlıkları ve kötülükleri hatırlar ve sürekli anlatır durur. Bu tip insana göre sürekli haksızlığa uğrayan kendisi, zalim ve nankör olanlar başkalarıdır. Hakkını asla helal etmeyeceğini sıklıkla dile getirerek insanları bunaltırlar. Zan ile hükmetmek ayet ile sabittir ki; haramdır ”Ey iman edenler zannın birçoğundan kaçının; çünkü zannın bazısı günahtır...”(Hucurat 12) Buna rağmen insanların içini ve niyetini bilip bilmeden sürekli herkesi kötü niyetli görmek ve söylemek suretiyle töhmet altında bırakmak alışkanlık haline gelmiştir o insanlarda. Kabaran kötü hislerini tatmin etmek adına sürekli kurbanlar seçer ve o insanları huzursuz etmeye çalışmakla vebal altına girerler. Kötü zan insanın içindeki sevgi tomurcuklarını kurutur. Sevgi tükenince merhamet ve şefkat gibi erdemler de çekip alınır insandan. Artık tüm ilişkiler menfaat ve çıkara dayalı olacağı için samimiyet ve dostluk namına bir şey kalmaz. Sürekli olumsuz düşünen ve olumsuz konuşan insanın psikolojisi ve ruh sağlığı bozulur. Sağlıklı düşünebilmek için olumlu ve sakin bir ruh haline ihtiyacı vardır insanın. Kin ve öfke aklın perdeleridir, karartır onu. Bu olumsuz ruh hali depresyona ve çeşitli hastalıklara kapı aralar. Başkalarına duyduğu kin ve öfke kendi başını yakar insanın. Toplumdan ve insanlardan zamanla uzaklaşarak asosyalleşir.
Beşer olarak insanın sayısız hata, kusur ve günahının olduğunu biliyoruz. Hem Rabbinden gelen hem insanlardan gelen iyiliklere karşı nankör davranan bir yapısı vardır insanın. İyiliği çabucak unutmasına rağmen kendine yapılan kötülüğü kolay unutmadığı da gerçektir. Ancak kamil manada iman edip teslim olan kullar bu saydıklarımızdan kendini kurtarabilirler. Peki insanların çoğu kötüdür, nankördür diye biz iyi olmaktan vaz mı geçeceğiz? Rabbimiz Fussilet Suresi 34-35.ayette “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan davranışla sav. O zaman bir de göreceksin ki seninle aranızdaki düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş.” Diye ferman buyurarak bize en güzel yolu göstermiştir. Bu sonuca da ancak “sabırlı” olanların varabileceğini devamındaki 35. Ayette belirtmiştir. Hakikat böyleyken; nefsani bir zindan olan bu kötümserlikten vazgeçmeyecek miyiz? Hem işin en başına döndüğümüzde, orada bir hakikati gözden kaçırdığımızı fark edeceğiz. Nedir bu? Tabi ki bizim niyetimizdir. İhlas eksikliği ve Allah rızasını gaye edinmeyişimizdir. Tüm arızaların başı bu halis olamayan niyetimiz iken neden başkalarının kötü niyetinden şikayet ediyoruz. Bırakalım o insanlar kötü niyetli, nankör ve iyilik karşısında kötülük yapsın. Eğer bizim niyetimiz Allah içinse bu iyiliğimizin karşılığını Allah tastamam bize verecektir. Bundan şüphe duymayalım. Yok eğer iyilik yaptıktan sonra takdir görmek, övülmek, teşekkür edilmek, bize minnet duyulmasını beklemek, saygıyla karşılanmak ve alkışlanmak istiyorsak; asla umduğumuzu bulamayacağız. Beşer şaşar. İnsan nisyandan(unutkanlıktan) gelir. Tez unutur. Çiğ süt emmiştir. İyiliğin hakkını veremez yani. O zaman iyiliği kendisi için yapmaya değmez insan. Yaratılanı sevmek ona değer verip yardım ve iyilikte bulunmak; Yaradan’dan ötürü olursa anlam kazanır. Bu kıymetli ve kısa ömrümüzü boş ve faydasız böyle duygularla ve amellerle heba etmeye değmez. Kırgınlıkları biriktirirsek öfkeye, öfke kine, kin nefrete ve hasede, nefret ve haset de insanı kötülük yapmaya sevk eder. Şu dünya tarlasına güzel ve tatlı meyveler çıkartacak tohumlar ekersek bu dünyada ve baki alemde ağzımız tatlanır ve huzur buluruz. Kötü tohumların da meyvesi acı olur. Huzur ve tat bırakmaz. O zaman hem verirken hem alırken hem konuşurken hem susarken Allah adına yapmalıyız her işi. Allah adına yapılan işte hayır olur ancak. Hem o anahtar ile zindanlardan ve kör kuyulardan kurtulur selamet buluruz inşallah...