İslami Camialar; karşı isyanlarda, Şark Islah Planı uygulamalarında en ağır bedeli ödeyen cephe oldu. Bu camiaların son yüzyılda Kürt hadisesine karşı durdukları yer, aldıkları pozisyona bakacağız.
Bunlar; İslam diniyle tanıştığı ilk günden 1920’lere kadar maddi ve manevi değer adına biriktirdiği ne varsa; abide şahsiyetleri, tüm kadrolarıyla yeni devlet düzeninin hedefi oldu.
Yanlışı sorgulayacak bir güç yoktu. Uygulamaları; yasa üstüydü, dokunulmazdı...
Dokunan yanar, dokunmayan da ispatı vücuda, tövbei nasuha muhtaçtı!.. Ortadoğu’da özellikle de Türkiye’de süreç öyle işliyordu.
Sürecin ruhunu anlamak için Kürt ve Kürdistan üzerindeki plan ve projelere bakmak yeterlidir.
Mesela Dersim, Palo, Zilan, Ağrı; Mahabad; Halepçeler… bu sürecin bir süreğiydi!.. Yerel bir sorunu bölgesel, oradan da uluslararası bir soruna dönüştüren şey, aynı sürecin bir süreğiydi amma kellım kellım lâ-yenfe’!..
Görüldüğü kadarıyla devlet aklı; süreci okuyabiliyor. En azında seküler ve İslami camiaların, STK ve yapılanmaların ilerisinde okuyor denebilir(!) Devlet; Kürt Meselesinin ne aşamada olduğunu, nereye varabileceğini, işe müdahil olan küresel aktörleri ve bunların nihai emellerinin ne olduğunu okuyabiliyor ama o da kendi makus tarihine/talihine mahkum gibi!
Sorun işin halk ayağında, camialardadır. Çakılan çivi paslanmış! Akla inat, oynamıyor!..
Bunun da sebebi yine eski devlet aklıdır. Şöyle ki:
Devlet aklı; tam bir asırdır Kürt Meselesine ret/inkar, asimilasyon ve imha tarz ve taktikleriyle çözüm bulmaya çalıştı.
Bu çalışmalarının sonucunda da daha düne kadar; “Türkiye’nin Kürt sorunu diye bir sorunu yoktur. Bunu da son terörist kalana kadar!..” tezleri işlendi. “Rafa, buzdolabına kaldırıldı..” denilen soruna son bir dokunuşla “yok” denildi!
Derken; yarım asırlık bir terör sorunumuz, bu uğurda boşalan bir hazine ve kimi kayıtlara göre 100 bin gencecik cana mal oldu!
STK’larımız, özellikle de İslami Camialarımız da neredeyse aynısını dedi. Demese de inandı. İnanmasa da inanmış gibi yaptı! “Küstüm, oynamam” dedi!
Hafif zülfi yâre dokunanlar bile yaftalandı, dışlandı, ötekileştirildi!..
Türk milliyetçisi ile özdeşleşen bir parti; “Bölücü, terörist başı..” dediği kişiyi meclis kürsüsüne çağırıyor. Hükümet; İmralı’ya aracı/ziyaretçi gönderiyor!
Küresel istihbaratlar ise bunun çok ötesini; “özerklik, otonomi hatta devletleşme sürecini konuşuyor!…” İslami camiaların devlete rağmen dediği bir tezi yok. Milli Şeflerin bir asır önce dayattığı Atalar dini’nin red-inkârcı tarz ve taktiklerinin fason havanında su dövülüyor!
Düşünemiyoruz!.. “Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve doğru yolu bulamayan kimseler idiyseler, yine mi atalarının yoluna uyacaklar?”(Bakara-170)
Yav kardeşim! Atalar belli ki yanılmış hem de yaman!..
Demirel’in kulağı çınlasın; 40 yıl önce “Kürdistan kurulacaksa onu da biz kurarız!” demişti!
Kürt ve Kürdî… için Müslümanların bir sözü olmalı! İslam’ın sırtından geçinenlerin bir sözü olmalı! Kardeşlerimin Kürt meselesi hakkında diyebileceği projeleri olmalı!
Hakkâri’deki İslami sohbetlerde Türkçeyi kutsayarak dayatmak değildir İslamiyet! Çözüm; Kürt-Türk kardeştir deyip Cizre’de Cizrî’nin divanını sansürlemekle olmaz!..
Kürt diye bir millet, Kürdistan diye bir coğrafya, Kürtçe diye bir dil, edebiyat ve tarih de vardır. Kardeşlik; Gever’e Yüksekova; Dersim’e Tunceli… demek değildir!..
Türk ve Kürt beraber yaşamak zorundadır! Ezilmemek, en azında Amerika kadar mutlu olmak için bu zaruridir!
Çözüm bizde ancak bir asırdır dayatılan “dokundun mu yakan kutsallarıyla, yasalarıyla..” değil; mevcut akl u fikr ile değil!.. Veslelam.