Gözaltı şartlarında kaç gündür yıkanamamıştım. Üzerime örttüğüm battaniyenin kokusu vücuduma sinmişti. Daracık bir divana iki kişi oturuyorduk. İkimiz de kokuyorduk. Belirli bir süre sonra kokuya alışıyor insan. Ama su olduğu halde abdest alamamak zor geliyordu.
Bir ara lavaboya gideceğimi söyledim. Görevli polislerden biri koluma girdi. Gözlerim bağlıydı tabi. Adamın tarifine göre yürüyorum. Eğil derse eğiliyorum, doğrul dediğinde ise doğruluyorum. Neyse lavabodan sonra abdest almak için izin istedim. “Gözbağını yukarıya kaydır ama sakın aynaya bakma ve acele ederek abdestini al.” dedi.
Nihayet abdest alabilecektim. Şöyle çeşmenin başına geçip, ellerimi yıkamaya başladım. Ama her tarafım kir pas içindeydi. Biraz suyu fazla kullanıp abdest azalarımı ovarak yıkamaya çalışıyordum. Tabi bu arada görevli polis beni izliyordu.
Tepemde duran polis memuru Arapçasından Araf suresinin 31. ayetini okuyup “Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” şeklinde mealini de vererek beni şu şekilde uyardı: “Sen suyu israf ederek kullanıyorsun.” Ben de: “Doğrudur ama kaç gündür yıkanamıyoruz. Biraz sonra namaz kılacağım. Suyu bulmuşken tertemiz bir şekilde Rabbimin huzuruna varmak için suyu bol kullanıyorum” dedim.
Sonra inançlı bir polis bulmanın rahatlığı ile hücrede bir arkadaşımla fısıldaşarak konuştum. Bu inançlı polis fısıldadığımı görünce; “Gel bakalım, sen çok konuşuyorsun.” diyerek beni koridora çıkardı. Yüksek sesle birisine; “Komutanım bu çok konuşuyor.” dedi. Gözlerim kapalıydı ama adamın koridorda hızla bana doğru geldiğini hissetim. Birden göğsüme bir tekme indi. Yere düştüm. Sonra kaba dayak şeklinde her tarafıma vurmaya başladı. Sonra ne olduysa durdu. “Kaç yaşındasın?” diye sordu. Yaşımı söyledim.
Tekrar polise teslim etti beni. O da koluma girip beni hücreme doğru götürdü. Topallıyordum. İncinmiştim. Göğsüme aldığım tekme veya vücuduma gelen yumruklardan ziyade, bana abdest için izin veren ve israf ayetinin Arapçasını ezbere bilen bir polis memurunun bunu yapması beni üzmüştü. Ağlamaklıydım.
Bizden önce gözaltına alınanlar polislerden çoğunun, sonradan FETÖ ismi ile anılacak Fethullahçılar olduğunu bize söylediler. Namaz kılıyorlar, hem de cemaatle. Namaz sonrası tesbihatlarını okuyorlar. Dualarını yapıp Fatiha’yı okuduktan sonra ellerini yüzlerine sürmelerini müteakip, bizlere işkence etmek için hücrelere dağılıyorlar.
Bütün bir gözaltı süresince şunu düşündüm. Bize bunca işkenceyi yapacak kin nasıl birikmişti bu polislerin içinde? Çünkü bugüne kadar nohut tanesi tadar bir taş fırlatmış değildim onlara. Hani kendilerine geçmişte bir zararım dokunmuştur, o zaman eyvallah der, susarım. Ama böyle bir şey olmadığına göre bunlar neden bu kadar acımasız idiler?
Namaz vakitlerinde biraz rahatlıyorduk. Çünkü polisler cemaatle namaz kılıyor ve işkenceye bir süre ara veriyorlardı. Ama sonrasında ibadet aşkı ile bizleri karanlık dehlizlere götürüyor ve işkence ediyorlardı.
Anlattığım sadece işin gözaltı kısmı. Bir de yargı boyutu var. Ellerine geçirdikleri hakimlik ve savcılıklar vasıtasıyla, memleketin güzel insanlarını cezaevlerine doldurdular. Bütün suçları dergâhta, bargahta, taziyede, düğünde Allah’ın dinini anlatmak olan İslam davetçilerinin yıllarına mal oldular.
Oluşturduğu harekete ismini veren Fethullah Gülen’in iki gün önce öldüğünü duyduk. Bana yapılanlar meleklerin tutanaklarında kayıt altındadır.
O büyük günü bekliyorum.