Okurlarım fark etmişlerdir. Çarşamba günleri çıkan yazılarımda aksamalar oldu. Memlekette oturan annem ilk önce felç geçirdi. Tedavisi için gittik memlekete. İki haftalık tedavi süreci geçirdik. Sonra annem vefat etti. Garip bir hüzün sardı bedenimi. Bütün hücrelerimde bir acı hissettim.
Bütün anneler gibi benim annem de fedakâr ve de cefakardı. Biz altı kardeştik. Bizlerin yetişmesinde, günün koşullarında, maddi imkansızlıklar içinde epey emek harcamıştı. Dini eğitimimiz için bizleri Kur’an eğitiminden geçirmiş, gerekli bilgileri bizlere belletmişti. Sadece bizlere değil bütün bir mahallenin çocuklarına Kur’an dersi verir, onlara bildiği kadarıyla İslam’ı anlatırdı. Ramazan aylarında mahalledeki kadınlara imamlık yapar, teravih kıldırırdı.
Annem toprağa verilirken bütün bunlar aklımdan geçti. Çektiği sıkıntılar, yaşadığı hastalıklar, imkansızlıklar içinde bizlerin eksikliklerimizi gidermek için yaptığı fedakarlıklar, elektriksiz gecelerde bizlere gaz lambası ışığında verdiği dersler, bütün bunlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Tabi bir süre sonra düşündüklerimden dolayı utandım. Bu ümmetin peygamberi Muhammed (sav)’in henüz altı yaşında iken annesiz kalışını, bundan mütevellit Ebva köyünde dadısı Ümmü Eymen’e sarılışını anımsadım. Ayrıca dünya gözüyle babasını hiç görmeyişini de eklediğimizde, o muhteşem insanın acısının yanında acı çekiyorum demeye utanıyor insan.
Ama esas Gazze’de her gün anneleri bombaların altında parçalanan çocukları düşününce, kapıldığım duygulardan haya ediyorum. Evlatları enkaz altında can veren annelerin feryatları beni başka başka düşüncelere sevk ediyor.
Ümmet ne zelil duruma düşmüş de haberimiz yokmuş. Bu nasıl ümmet ki her gün azalarından biri koparılıyor da kılı kıpırdamıyor. Ölüm sessizliği bürümüş hepimizi. Bundan dolayı mı ki Siyonistlerin ceza gününde herkes ve her şey dile gelecek? Bizim suskunluğumuz mu onları dile getirecek?
Annemin vefatı nedeniyle tekfin işleri, cenaze namazı, taziye hizmetleri aksamadan yürüdü. Ya taziyesi kurulmayan Gazzeli annelerin cenaze tekfini nasıl oluyor? Biz bir eksiklik, aksaklık olmasın diye sağa sola koşuştururken, cenazelerinin parçalarını bir araya getirmeye çalışan o toza toprağa bulanmış elleri düşündükçe kendimden nefret ediyorum.
Bizim yüzümden, bizden dolayı ve dahi bize rağmen Gazzelinin yaşadığı bunca acı içimizi dağlıyor. Ellerimiz kollarımız bağlı bir şekilde gökyüzünden gelecek ebabilleri bekleyen gözlerimiz, daha ne zulümlere tanıklık edecek kim bilir?
Anneminki gibi normal ölümlere sevinmeli mi insan? Sela, cami, namaz, tekfin ve taziyelerle giden mevtalar şanslı mı ki acep? Hangimiz daha makbul ölüyüz?
Ama ne denirse densin, şu siyon güruhu cezasız kalmamalıdır. Yeryüzünde sallanacak bir kılıç onlara gereken cevabı vermelidir. Ya da "Biz kitapta İsrail oğullarına şu hükmü de bildirdik: ‘Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vâdesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz. Onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırırlar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür. Bunun ardından sizleri onlara galip getireceğiz, mallar ve çocuklarla size yardım edecek ve savaşçılarınızın sayısını arttıracağız. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken, sonraki taşkınlığınızın vakti geldiğinde, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye başınıza düşmanlarınızı musallat edeceğiz." (İsra Suresi; 4-7) ayetlerinin gereği, Allah’ın güçlü kulları ikinci kez devreye girmelidir.
Allah’ın belirtmiş olduğu bu güçlü, kuvvetli kulların geliş zamanı gelmiş sanırım.