Tarihin; tevhid-şirk, hak-batıl mücadelesinden ibaret olduğu genel kabul gören bir görüştür. Benzer şekilde tarihin, Doğu-Batı mücadelesi şeklinde geçtiği de söylenebilir. Bu süreçte genelde Batı; savaşın, kanın, barbarlığın temsilcisi olmuştur. Güce dayalı bir hayat tarzını benimseyen sarı saçlı mavi gözlü bu ırk, günümüzde de değişik kisveler ile misyonunu sürdürmektedir. Bu ırkın Müslümanlara yönelik en önemli saldırıları Haçlı seferleri diye bilinir.
Hıristiyanlık tarihi açısından Antakya önemli bir kentti. Doğu Başpiskoposluğunun merkezi olan bu şehir Haçlıların hedefindeydi. Birinci Haçlı seferinde Antakya’yı ele geçiren Haçlılar (1098), Barbar yüzlerini burada gösterdiler ve şehirde bir Müslüman kıyımı gerçekleştirdiler.
Bu arada Haçlı liderlerinden Baudouin, Urfa’da mukim Ermeniler tarafından şehri teslim almak üzere davet edildi. Böylece savaşmadan, Urfa, Haçlıların eline geçti ve burada bir Haçlı Devleti kurulmuş oldu (1098).
Antakya’nın ele geçirilmesi Haçlılar açısından Kudüs’ün yolunun açılması anlamına geliyordu. Mısır Fatımilerinin elinde bulunan Kudüs, 5 Haziran 1099’dan itibaren kuşatıldı. Şehir Mısır’dan gelecek yardıma güveniyordu. Ancak yapılan toplu saldırı sonucu Kudüs düştü.
Tarihin tanıklık ettiği en büyük katliamlardan biri burada yaşandı. Müslümanlar Süleyman Mabedine, Yahudiler de sinagoglara sığınmışlardı. Ancak Haçlı zihniyetinde mabedlere sığınanları o mabedin hürmetine bağışlama gibi bir âlicenaplık yoktu. O gün 70 bin Müslüman kılıçtan geçirildi. Tabi o günkü katliamdan Yahudiler de kurtulamadı.
Katliamın ufak bir özetini, Selman Özkan, Tarihte Bu Ay’ın 29. Sayısında Raşid Eren'in "Türkler'e Karşı Haçlı Seferleri" adlı kitabından alıntılayarak yapmış: “Kıtlık ve açlık günden güne pek acıklı bir hâl almaktadır. Bu sefere katılmış olan Foucher de Chartres adındaki papazın anlattığına göre haçlılar çevrede yağma etmedikleri bir şey bırakmadıklarından sonradan gelenler ot, ağaç kabuğu, at, eşek, deve, köpek hatta fareleri bile yiyorlardı. Son derecesini bulan açlık, zaten ahlâkı zayıf olan bu topluluğun bütün insanlık duygularını yok etti. Tek imkân olarak görülen insan etiyle karınlarını doyuruyorlardı. Sefere katılmış olan Richard de Pelerin bu konu üzerine yazdığı Chanson d'Anlioche (Antakya Destanı) adlı eserindeki şiirlerden bazıları çok önemlidir. İşte bunlardan biri:
Haydi, şurada ölmüş yatan Türkleri toplayınız,
Tuzlar, pişirirsiniz, pekâlâ yenir onlar.
Kral Tafur: Doğru söylüyorsunuz dedi. Otaktan ayrıldı, avenesini çağırdı. Toplandıklarında on bin kişiden fazlaydılar. Türkler yüzüldü, bağırsakları çıkarıldı. Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı. Elli ile yüz bin arasında bir mevcudu kalan haçlılar 15 Temmuz 1099’da Kudüs'e girdiler, bütün Kudüs'ü kana boyamışlardı. İlk hamlede yetmiş bin Müslüman’ın kılıçtan geçirildiği Kudüs'te, Cami-i Ömer'e sığınabilen ve içlerinde çok sayıda çocukla kadın bulunan insanlar dahi öldürüldü. Batılı kaynakların kendi itiraflarına göre; "Camii Ömer'deki İslam kanı, bir süvarinin dizlerine çıkacak dereceyi bulmuş ve sokaklar cesetlerle tıkanmıştır."
Bu gibi katliam özetleri birçok Batı’lı kaynaklara yansımış durumdadır. Örneğin Amin Maalouf bu sahnelerden birini Fransız Tarihçi Rudolf of Caen’den şöyle aktarmaktadır: “Askerlerimiz Maarra’da dinsizlerin (Müslümanların) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar; çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler.” (Amin Maalouf, “The Crusades Through Arab Eyes”; London, al-Saqi Books, bas.: 1984, s. 38.)
Yukarıdaki bilgi ve buna benzer manzaraların işlendiği Batı’lı kaynakların bir özetini okumak isteyenler Hürriyet Gazetesinin 22.11.2007 tarihli Oben Kırdök’ün “Batının Bilinmeyen Katliamları” başlıklı yazısına bakabilirler.
Kısacası israil’in Refah’taki katliamının tarihsel zemini Batı’nın bu barbar tarihine dayanmaktadır.