İnsan varlık âleminin en tepesinde yer alan bir canlıdır. Hayatına baktığımız zaman sürekli tüketen bir yapısı var. Her şeyi yiyip tüketiyor. Canlılar içinde en gereksiz bir yapıya sahip. Hâlbuki bu varlığa ters bir durumdur. Çünkü her bir varlığın kendisine ve çevresine bir faydası var. Ekosistem içinde bir görevi var. Hem altlarına ve hem de üstlerine karşı bir etki alanı var.
Hâlbuki en üst tepede bulunan insanın ürettikleri ile bir zararı, tükettikleri ile de ayrı bir zararı var. Ekin eker ekosistemi altüst eder, fabrika kurar havayı, toprağı, suyu ve canlıyı zehirler. Her şeyi tüketir. Çok bencildir. Çıkarı için dünyayı yakar. Savaşlar çıkarır. Doğayı katleder. Bu yapısı ile insan dünyanın başına bela olmuş bir canavardır.
Fakat diğer bir yapısı ile de düşünen, konuşan, aklenden, icat yapan tek canlıdır. Diğer canlılarda olmayan acayip özellikler kendisinde var. O zaman bu canlıyı da diğerlerinden farklı ve değerli kılan özellikleri üzerinde durmak lazımdır.
Peki bu özellikleri nelerdir? Nasıl geliştirilir?
İşte burada devreye dinler ve inanışlar giriyor. İnsan gerçekten bu alanda muazzam bir çeşitlilik oluşturmuş. İnanış ve dinler ile beraber felsefeyi de geliştirmiş. Çünkü modern çağda bir kısım insanlar semavi olmayan inanışların arka planında oluşan bir kısım sebeplere ulaştıkları için inanmaya ihtiyaç duymadıklarına inandılar. Dolayısıyla hayata felsefi bir bakış açısıyla baktılar. Bu sefer felsefe-din çatışması yaşanmaya başladı. Felsefeyi modern bir din haline getirip onunla inançlara savaş açtılar. Tabiatında var olan mücadeleciliği bir kez daha kendisini gösterdi. Tabi bu da insanın gelişim sürecinin bir basamağıdır.
Tevhidi dinler de insanı ele alıp ona bir yön vermeye çalışmaktadır. Fakat bunu yaparken insan adına yapmaz, Allah adına yapar. Dolayısıyla insana bir amaç vermekte ve onu dünyada iyi ve kötü kavramlarıyla çepeçevre sarmaktadır. Hayatı yeni baştan tecrübe edip, heba etmesine fırsat vermeden kendince doğruya, iyiye yönlendirmektedir.
Dinlere inananlar tarihte sürekli bir savaşın içinde olmuşlar. Çünkü sürekli bir çatışma ortamı oluşmuş. Yeni gelen din eskisini tehdit etmiş. O da kendisini korumak için tehdidi ortadan kaldırmaya çalışmış ve böylece çatışmalar almış başını gitmiş. Ta ki biri diğerine üstün gelene kadar. Aynı şekilde devletlerarasında da çıkar savaşları olmuş ve sürekli devam etmiştir. Yani mücadele etmek ve savaşmak bizim hayatımızın bir parçası olmuştur. Bu ne dinlerden ne de inanışlardan kaynaklanan bir durumdur. Bu insanın yapısında olan ve gelişimini daha tamamlayamamış bir sürecin sonucudur.
Son yüzyılda bilimin ilerlemesiyle bu sefer savaşlar daha yıkıcı ve korkunç olmuştur. Bu savaşların bundan sonra bizi götüreceği yer kıyamet sahnesidir. Dolaysıyla hayvani yönümüzü kontrol altına alıp insanı ve manevi yönümüzü geliştirecek çalışmalar yapmaktan başka bir çaremiz yoktur.
Dolayısıyla ya bu dünyada insan olarak, insani yönümüzle tüm canlılarla beraber yaşayacağız ya da hayvanlaşıp canavarlaşacağız. Kendimizi ve dünyamızı yok edeceğiz.
Tercih bizim elimizde.