Allah'a inanmayan kâfir bir beldenin kralı, Allah'a inananları dinlerinden çevirmek, tekrar kendi sapık dinine döndürmek için müminlere eziyet eder, uzunlamasına ve derin hendekler, kanallar (uhdûd) kazdırır. Bu hendeklerin içine büyük ateşler yakılır. Allah'a inanmaktan başka hiçbir günahı olmayan müminler, hendeğin başına getirilir, Allah'a iman edenler ateşe atılırdı. Bütün bu zor durumlara rağmen müminler imanından dönmez ve ateşe atılmaktan korkmazlardı. Müminleri ateşe atan bu zalimler, hendeğin etrafına oturmuş, yaptıkları bu zulmü zevkle seyrederlerdi. Ayette bu durum şöyle anlatılır:
"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak çevresinde oturup, inanmış kimselere, dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenler kahrolsun. Bu inkârcıların inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinde bulunan, övülmeye lâyık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandır. Allah her şeye şahittir. Fakat, inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye uğraşanlar, eğer tövbe etmezlerse, onlara cehennem azabı vardır. Yakıcı olan azap da onlaradır. Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara, içlerinden ırmaklar akan cennetler vardır. Bu, büyük bir kurtuluştur. Doğrusu Rabbi'nin yakalaması amansızdır... " (el-Burûc, 84/4-12)
Bu ayetin tefsiri için uzağa gitmeye gerek yok değil mi? O zalimlerin çukurların etrafında oturup mü’minlerin yanışını seyretmeleri gibi bugün biz de ekranlardan seyrediyoruz. Ama o gün mü’minlerin sayısı çok azdı. Bugün ise sayı milyarlara ulaşmış. Ama bir güç ve kuvvetleri yok ne yazık ki? Endülüs’ü Müslümanlar on iki bin kişi ile fethettiler. Ama orada yenilip terk ettiklerinde bir milyon kişi idiler. İnsanın aklı almıyor değil mi? Bu nasıl olabilir diye! Oluyor işte. Bu sayı ile alakalı bir mesele değil, iman ile alakalı bir meseledir. İlahi fermanın buyurduğu gibi eğer iman etmişseniz üstünsünüz. Eğer iman etmemiş iseniz veya imanınızda bir gevşeklik var ise üstünlüğü kaybedersiniz. Aynen bugün olduğu gibi. Tarihin hiçbir döneminde, Müslümanlar bu kadar büyük bir sayıya ulaşmadı. Ancak bu kadar da zillet içinde yaşamadı. Müslümanların kutsalları çiğnenmiş, can, mal, namus, din ve akıl emniyeti tarumar olmuş.
Filistin’de canlı yayında Müslümanların üstüne ateşler yağdırılıyor. Çadırlarda cayır cayır yanıyorlar. Evleri başlarına yıkılıyor. Çoluk çocuk perişan olmuş. Açık açık bir halk soykırıma uğruyor. Hem de Müslümanların ortasında. Ama ne yardıma koşan var ne de zulmü durduran.
Şimdi bizim şu Ashab-ı Uhdud’tan ne farkımız kaldı!
Hani bir Müslüman yardım istediğinde herkes koşacaktı! Hani bir bacımız bağırdığında kıyametler kopacaktı! Nerde o izzet ve şerefimiz! Çünkü Allah’ın dinini terk ettik. Allah’ın emirlerine uymadık. Heva ve hevesimizin peşine düştük. Ondan dolayı düşman bizden korkmuyor. Saldırı üstüne saldırı yapıyor. Evlerimizi, yüreklerimizi ateşle dolduruyor.
Tek çaremiz var, Allah ve Resulü’nün emrine sarılmak ve çalışmak. Artık kimseye umut bağlamayalım. Aynen Gazzeliler gibi. Allah ile aramızı düzeltelim ve çalışalım. Gün gelip ihtiyaç duyulduğunda veya sıra bize geldiğinde hazır olalım.
Zalimlerin bir hesabı varsa Allah'ın da bir hesabı vardır. La galibe illallah.