İslam'ın üzerimize farz kıldığı büyük ibadetlerden her birinin hayatımıza etki eden özellikleri, yönleri, anıları ve kültürü vardır. Bu ibadetlerden en çok hayatımızı etkileyen, ona doku veren ibadet, hiç kuşkusuz Ramazan orucudur.
Ramazan'ın kendisine has birtakım anıları, kültürü ve etkinlikleri vardır. Mesela sahur, iftar, teravih ve mukabele gibi mefhumlar, Ramazana has ve ramazanla anlam kazanan mefhumlardır. Bunlardan herhangi birisinin bahsi edilir edilmez, hemen aklımıza Ramazan gelir. Çünkü bunlar Ramazanla ancak anlam bulabilmekte ve değer kazanmaktadır.
Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin bunların uygulama şekli ibadet olarak telaki edildiği için hiçbir zaman değişmez. Ancak bazı toplumlarda uygulama şekli değişebilir. Fakat insanların gönlünde yer edinmiş bir kültür olarak kaldığı için hep eski uygulamalara ilişkin anılar ve hatıralar konuşulur. Ah... Nerde o eski iftar sofraları, ziyafetleri diyerek hep özlemle anlatılır.
Eskiden köy veya mahalle ortamında çoğunlukla her gün bir evde mevlit yemeği verilirdi. Hatta köylüler imam efendiden gün almak için sıraya girerdi. Hatırlıyorum okuduğum yıllarda köyün bir mezrasında, aynı günde iki ev hazırlık yapmıştı. İkisi de Seyda ile Talebeleri davet etmişti; Seyda birinin biraz alıngan olduğunu bildiği için önceliği ona verdi. Diğerini teravihten sonraya bırakmak durumunda kaldı.
Nihayet teravih namazından sonra karşı mahalleye geçtik, orada da tam cemaat toplanmıştı, ikinci bir mevlidi de orada okuduk ve afiyetle yemeğimizi yedikten sonra bu defa hangisinin daha makbule geçtiği tartışması başladı. Tabi her iki taraf da Seyda'ya sordular. Seyda birincisine; "senin yemeğin milletin midesi tam boşalmış ve yemeğe iştiyak duyar haldeyken onları doyurduğu için, güzel oldu ve iyi bir sevap kazandın" dedi.
İkincisine de; "senin de yemeğin teravih namazından sonra ikinci bir açlık başlamışken onunla eksik kalan iftar yemeğini tamamladığı gibi, sahur yerine de geçti. Böylece senin yemeğin üstte kaldı, onunki zaten bağırsaklara inmişti. Ama seninki midede kaldı ve yarın akşama kadar onu yiyenleri dinç ve güçlü tutacaktır. Dolayısıyla senin sevabın da yarın akşama kadar devam edecektir" diyerek ikisinin de gönlünü hoş etti.
Seyda çoğunlukla Kur'an-ı Kerim’i ve mevlidi talebelere okuturdu. Onlar da daha güzel okumak için sesini güzelleştirerek ve farklı makamlarla okumaya dikkat ederdi. Bu işin iki cazip tarafı vardı; biri güzel bir mevlithan olarak tanınmak, ikincisi, kendine kitap almak için bir harçlık elde etmek. Çünkü ev sahibi programdan sonra mevlithanların cebine mutlaka bir şeyler sıkıştırırdı.
Günümüzde de gelenek olarak iftar programları, aynen devam ediyor, ama eskisi gibi cazip ve canlı değil, çoğunlukla hanımlar evini kirletmek veya kendini yormak istemiyorlar. Komşusunu bile evine davet etmez, sadece bir tabak yemek göndermekle yetinir.
Dolayısıyla daha büyük hayır yapmak isteyenler, misafirlerini ya bir restoranda davet eder ya da medrese, vakıf gibi bir hayır kurumunda yemek verdirir. Aslında günümüzde evler daha geniş, daha müsait ama içinde insan yok, insan yerine koltuklar oturuyor. Oysa geniş evler, salonlar, oturma grupları süs için değil, misafir içindir.
Sonuç olarak Ramazan, bolluk ve bereket ayıdır. Allah'ın verdiği ikram ve ihsandan ihsanda bulunmak gerek. Fakir ve yoksulları gözetmek, yediğimiz ve içtiğimizden onlara da yedirip içirmek gerek. Özellikle Gazze'de aç oruç tutarak yerimize cihat eden mücahitlerin durumunu düşünerek harcamalarımızdan bir miktar kısarak da olsa mutlaka yardım elimizi onlara uzatmamız gerek.