17 Ağustos acı depreminin üzerinden 24 yıl geçti. Deprem 19 bine yakın insanın ölümüne neden olmuş, 50 bin insan yaralanmış, binlerce bina yıkılmıştı. Bu büyük acı hafızalarımızdan silinmemişken, bu yılın şubat ayında Kahramanmaraş merkezli iki deprem sonrası on ilde meydana gelen yıkımlarda elli binden fazla insan hayatını kaybetti. Kolunu, bacağını veya yaşamını engelleyecek en az bir uzvunu kaybeden on binlerce insan hala depremin travmasından kurtulabilmiş değil.
Türkiye deprem kuşağında olmasına rağmen maalesef önleyici tedbirler hiçbir zaman tam anlamıyla alınmadı ya da yetersiz kaldı. Çevre Şehircilik Bakanlığının bünyesinde yapılan TOKİ konutlarının sağlam yapılması, bakanlığın genel yapılaşmada yeterli hassasiyeti tam manasıyla gösterdiği ya da kontrolü sağladığı anlamına gelmez.
Belediyelerin verdiği ruhsat, yapı denetim şirketlerinin liyakatle çalışması, şehir estetiğine uyulması, mahalle kültürüyle birlikte çevre düzenlemesi gibi insani şartlar da bir yaşam için envai çeşit prosedürlerin yerine getirilmesinin yerel yönetimler ve merkezi hükümetin sıkı kontrol ve takibiyle yürütülmesi elzemdir. Ancak depremler sonrası ortaya çıkan sonuç, yapılaşmalarda gerekli kontrollerin, denetlemelerin olması gerektiği gibi olmadığı ortaya çıkıyor.
Depremin meydana geleceği zamanı bilemeyiz. Kimi zaman deprem yönetmeliğine göre yapılan yapıların dahi yıkılmasının önüne geçemeyiz. Çünkü depremin şiddetinin büyüklüğünü bilen ve takdir eden kâinatın sahibi Allah(Celle Celaluhu)’dür.
Son Kahramanmaraş merkezli depremlerin şiddetinin beş yüz atom bombası kuvvetinde olduğunu göz önünde bulundurursak, yapıların her ne kadar deprem yönetmeliğine göre yapılsa bile olası büyük bir depremde dikey mimari ürünü yapıların yıkımının verdiği tahribatın çok büyük olduğunu acı bir tecrübeyle yaşadık.
Ülkemizde, bugüne kadar 1947, 1953, 1961, 1968, 1975, 1998 ve halen yürürlükte olan 2007 olmak üzere, deprem yönetmelikleri toplam 7 kez revize edilmiş olmasına rağmen her yeni bir depremle farklı eksiklikler tekrar ortaya çıkabiliyor.
Ancak yapılacak yapıların depreme dayanıklı olması noktasında farklı yollar izlenebileceği ve gerekli imkanların insan kaynaklı vicdani anlamda ortaya konulabileceğini biliyoruz. Ayrıca neden dikey mimaride ısrar ediyoruz? Geniş topraklara sahip ülkemizde neden yatay mimariyi öncelemiyoruz.
Mesela iki katlı müstakil, sebze meyvesini de yetiştirebilecek hobi bahçeli yapılar birçok sorunu birden ortadan kaldırabilir. Böylelikle meydana gelecek bir depremde yıkılma riskini en aza indirmekle birlikte, yüksek katlı binalardaki çok sorunlu yaşam şeklinden kurtulma, toprakla uğraşarak zaman geçirme gibi birçok avantajıyla insanca ve sağlıklı bir yaşantı sürdürülebilir.
Deprem uzmanlarının yıllardır İstanbul’da olası bir depremin, çarpık kentleşme eseri on binlerce binanın yıkımı demek olacağı tahmininde bulunuyor. Ama uyarılara rağmen belediyelerin, bünyelerinde bulunan ilçelerde verdiği deprem yönetmeliğine uymayan, çevre düzenlemesiz, göstermelik kontrollü, estetiksiz yapı ruhsatları, büyük ölümlere davetiye çıkarıyor.
Bu vesileyle başta 17 Ağustos depremi olmak üzere 1999’dan bu yana meydana gelen tüm depremlerde can verenlere Allah (celle celaluhu)’dan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil diliyor, yaralananlara sabır niyazında bulunuyorum.