Malumunuz İstanbul, ümmetin bir buluşma merkezi olmuş durumda.
Her ne kadar son bir yıldır mültecilere/muhacirlere karşı olumsuz bir hava estirilse de bu pozisyonunu halen muhafaza ediyor.
Ümmetin farklı coğrafyalarındaki Müslümanların bir araya gelmesi, dertleşmesi, yardımlaşması, birbirini tanıması çok önemlidir.
Bir asırdan fazladır ümmeti bölen, parçalayan, birbirine düşman ettiren güçler bu durumdan hoşnut değiller.
Bu durumun olmaması için yurt içinde ve dışındaki bütün mihraklar harekete geçirildi.
Halbuki yüz yıl öncesi ümmet coğrafyası tek bir parça idi.
Sevincimiz, hüznümüz bir idi. Ayrımız-gayrımız yok idi.
İstanbul’da zaman zaman ümmetin bütün renklerini bir araya getiren programlar yapılmaktadır. Ümmetin lider ve düşünürleri, alim ve akademisyenleri bir araya gelir, Kudüs ve Filistin davası başta olmak üzere ümmetin sorun ve problemlerini konuşur, istişare eder, bazı kararlar alınarak sonuç bildirgesiyle ilan edilir.
Bu programlardan bir tanesi de 21-22 Ekim tarihlerinde İstanbul Fatih’te gerçekleşiyor.
Pakistan, Hindistan, Bangladeş ağırlıklı olmak üzere Uluslararası İslami Öğrenci Organizasyonları Federasyonu (IIFSO) tarafından ‘Uluslararası Liderlik Zirvesi’ adı verilen buluşma, Müslüman genç liderler ve öğrencilerin iletişim, iş birliği ve birlik sağlamak amacıyla bir araya geldiği önemli bir zirve oldu.
Programın ilk gününde ben de katıldım. Ümmet coğrafyasının önemli İslami hareketlerin lider ve temsilcileri kısa da olsa giriş konuşmaları gerçekleştirdiler.
Dikkatimi çeken ortak dil ve sunumların İngilizce diliyle olması oldu.
Elbette her lisan bir insan ve bütün diller Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. İngilizce öğrenilmesin, konuşulmasın, düşmanlık yapılsın demiyorum.
Arapça, Türkçe, Kürtçe ve diğer diller ne ise İngilizce, Fransızca da odur. Diller alettir ve masumdur. Onu kullanan insan ya hayra ya da şerre hizmet eder. Ebu Cehil ve Ebu Leheb de Arapça konuşurlardı. Ama bu onlara bir üstünlük ve meziyet sağlamamıştır.
Dillerin çok ve farklı olması bir zenginliktir. Kimi Arapça, kimi Türkçe, kimi Kürtçe, kimi Farsça, kimi Urduca, Peştuca konuşur, konuşmalıdır. Ama ümmet arasındaki ortak bir dil olacak ise bu dil, Kur’an’ın dili, Peygamber Aleyhisselamın dili, İslami ilim ve tedrisatın dili ve cennet dili olan Arapça olmalıdır.
Yüzyıllarca hilafete başkentlik etmiş olan İstanbul’daki bir ümmet buluşmasında ortak dil olarak İngilizcenin konuşuluyor olması, aslımızdan, geçmişimizden ve kültürümüzden ne kadar koparıldığımızın ne kadar asimile ve erozyona uğradığımızın bir alametidir.
Sykes-Picot Antlaşmasıyla bizi bölen, parçalayan, birbirine düşman ettiren, Kudüs ve Filistin sorunu başta olmak üzere ümmetçe çektiğimiz birçok sorunun mimarı olan İngilizlerin dili olan İngilizceyi aramızda ortak dil olarak kullanmamız, düşmanlarımızın ne kadar çok çalıştığının göstergesidir.
Teknoloji dili, dünya dili İngilizcedir denilebilir. Ama bu geçerli bir mazeret değildir.
Bu durum dahi ne kadar çalışmadığımızın bir göstergesidir.
Ümmet olarak kendi özümüze dönmemiz lazım. Dille, kültürle, giyim ve kuşamla, şehir ve mimariyle, teknoloji ve sanayi ile… kısaca her alanda kendimize has değerlerimizi inşa etmeliyiz.
İngilizceyi konuşarak, bir İngiliz gibi hayat sürerek İslam Medeniyetini inşa edemeyiz.
Tabiri caizse soğan eken, gül biçemez…
Aksa Tufanı Neslinin komutan ve askerleri, kadın ve gençleri, batı tarzı bir yaşam, eğitim ve müfredatla yetişmedi.
Yetişmediği için bir yıldır bütün küfür cephesine karşı ayakta kalabiliyor.
Müslüman genç liderler yetiştirmek günümüzün Mus’ablarını, Usamelerini, Selahaddin ve Fatihlerini yetiştirmek istiyorsak o neslin beslendiği kaynaklara dönmemiz ve gençliğimizi o müfredatla yetiştirmemiz gerekir.
Yoksa yıllarca boşa kürek çekmeye devam ederiz.