Kudüs, tarihte sürekli Hak-batıl, iman-küfür, zalim ile mazlumun mücadele alanı olmuştur. İzzet-zillet, galibiyet-mağlubiyetin sembolü olmuştur. İstikamet ve yol için bir pusula ve mihenk taşı olmuştur. Kudüs özgür ise ümmet de özgür olmuştur. Kudüs esaret altında ise Ümmet de esareti yaşamıştır.
Siyonistlerin gözünde ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun başkenti Kudüs olmayan bir Yahudi devletinin kıymet-i harbiyesi yoktur. Kudüs’ün başkenti olduğu bir Siyonist devlet hayali asırlardır Siyonistlerin rüyalarını süslemektedir. Askeri bakımdan önlerinde bir engel olmamasına rağmen Kudüs’ün tamamını işgal etmekten korkuyorlar.
Bu hayallerini gerçekleştirmek için uygun zemin ve fırsatı kolluyorlar. Trump’ın işbaşına gelmesi, mevcut ümmet coğrafyasının içerisinde olduğu ihtilaf, bölünmüşlük ve çatışmalar Siyonistlere hayallerini gerçekleştirme fırsat ve imkânını fazlasıyla sunuyor.
Projesi asırlardır devam eden, son bir yıldır kapalı kapılar ardında pişirilip konuşulan, zaman zaman basın ve medyaya sızdırılan ‘Yüzyılın Antlaşması’ şımarıklık ve kibir içerisinde dünyaya ilan edildi.
Bu anlaşma ‘ben güçlüyüm, yaptım, oldu-bitti’ dayatmasıdır. Bir işgal ve talan projesidir. Kudüs davasının tamamen ortadan kaldırılması, Filistin halkının diğer Arap halklar arasında paylaştırılması, Filistin adında bir toprak ve Filistin diye bir halkın bırakılmamasıdır. Ümmetin bağrına saplanan Siyonist hançerin ümmet tarafından kabullenilmesidir.
Onurlu ve izzetli hiçbir Filistinli, Arap ve Müslümanın bu durumu kabullenmesi mümkün değildir. Filistinliler kabul etse diğer Araplar, Araplar kabul etse Türkler, Kürdler, Farslar ve ümmetin diğer bileşenleri bunu asla kabul etmeyecektir. Bunun ispatı bir Kürd olan Selahattin Eyyubi’nin dillere destan olan Kudüs aşkıdır. Selahaddin, coğrafik olarak bir Arap beldesi olan Kudüs için ‘Kudüs işgal altında iken ben nasıl gülerim’ demiş ve bunu hayatının merkezine oturtmuştur.
Sünnetullah gereği güç ve zafer günleri insanlar arasında dönüp dolaştırılıyor. Günler bazen aleyhimize bazen de lehimizedir. Esas önemli olan bu yenilginin kabullenilmemesi, içselleştirilmemesidir. Siyonistler, arkasında güç ve kuvvete dayanarak işgal ve dayatmayla Kudüs’ü tamamen işgal edip hayallerini gerçekleştireceklerine inanıyorlar. Bu güç ve kuvvet ilelebet devam edecek değildir. Amerika sürekli bu güçte, imkan ve kabiliyette olmaz, olamaz. Olsa da sürekli arkalarında duramayacaktır. Siyonistler elindeki nükleer ve konvansiyel güce rağmen ‘zayıflama, gerileme, yenilme’ değil, ‘tamamen yok olma’ sendromunu yaşamaktadır.
Bu şeytani plana karşı Müslümanlar ellerindeki bütün imkân ve kabiliyetleriyle karşı durmalıdır. Protestolar, mitingler, konuşmalar, yazılanlar, çizilenler yeterli olmasa da küçümsenmemeli, basite indirgenmemelidir. Uyuyanlar uyandırılmalı, uyananlar diğer uyuyanları uyandırmalı, küçük adımlarla da olsa yürütmeli, yürüyenler Kudüs’e doğru koşturulmalıdır. Önceki yıllarda Gazze, Siyonistler tarafından bombalanırken ve direniş buna karşı savaşırken biz de İstanbul’da İslami kurum ve kuruluşlarla birlikte bir protesto gösterisi düzenlemiştik. Orada bulunan Filistinli kardeşlerimiz bizden bu görüntülerin videosunu istemişti. Ve Gazze’de bulunan Müslümanların, özellikle mücahitlerin bu görüntüleri izlemelerinin onlara moral olduğunu, Direniş ve motivasyonlarını olumlu yönde etkilediğini ifade etmişti.
Olması gereken siyonizmin bu topraklardan sökülüp atılmasıdır. Bu nihai hedefin bir anda gerçekleşmesi elbette beklenmemeli. Elhamdülillah siyonizme karşı duran, bu durumu kabullenmeyen bir ümmet var. İşgal karşısında izzetlice duran güçlü bir direniş var. Siyonizm’i esas korkutan, uykularını kaçırtan bu izzetli direniştir. Bu mücadele, azim ve umut olduğu sürece Siyonizm hedefine ulaşamayacaktır. Nasıl ki Selahaddin 80 yıl Haçlıların işgalinde kalan Kudüs’ü özürlüğüne kavuşturdu. İnşallah ümmet bağrından yeni Selahaddinler çıkaracaktır.