Lübnan, İslam coğrafyasının etnik ve dinler açısından en karışık ülkelerinden biri. Bu karmaşık yapısı dolayısıyla dışardan birçok aktörün müdahalesine, yeni çatışmaların çıkmasına müsait bir konumdadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Fransız mandası olan Lübnan, 1943 yılında bağımsızlığını kazandı. 1975 yılında başlayan, 150 bin kişinin ölümü, bir milyon kişinin yaralanması, bir milyon kişinin mülteci durumuna düşmesine vesile olan iç savaş, 1990’lara kadar sürdü.
Lübnan’da siyasi denge çok hassas. Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, başbakan Sünni Müslüman, meclis sözcüsü Şii Müslüman, başbakan vekili ve meclis başkanı ise Rum Ortodokslardan seçiliyor. Meclisin 28 koltuğu Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak dağılıyor. Meclis, cumhurbaşkanını altı yıl için üçte ikilik çoğunlukla seçiyor. Cumhurbaşkanı meclise danışarak başbakanı atıyor.
Siyonist işgalci rejimin kuruluşundan kaynaklı yüzbinlerce Filistinlinin buraya gelmesiyle hassas olan denge daha da hassaslaştı ve iç çatışmalar başladı. Marunîler ve diğer Hıristiyan grupların Batı ve Siyonistlerin desteğini alması ve bu desteği Müslümanlara karşı kullanmasıyla ülkenin her tarafı çatışma alanına döndü. ABD, Fransa, siyonist işgalci rejim ve Suriye, Lübnan’a askeri olarak direk müdahale etti. Suriye 16 bin askerle Lübnan’a girdi. Siyonistler Lübnan topraklarını işgal etti. Direniş karşısında 2000 yılında geri çekilmek zorunda kaldı.
Başbakan Refik Hariri 14 Şubat 2005'te Beyrut’ta bir suikasta uğradı. Batı yanlısı 14 Mart İttifakı, suikasttan Suriye’yi sorumlu tutarken Hizbullah liderliğindeki 8 Mart İttifakı ise tam aksine suikastı MOSSAD’ın düzenlediğini iddia etti. Yapılan soruşturmalardan sağlıklı ve tarafları ikna edecek bir sonuç çıkmasa da Suriye ordusunu Lübnan’dan çıkarmaya yetti.
Suriye ve siyonist işgalci rejim, askeri olarak ülkeden çekilse de siyasi etki ve ağırlığını muhafaza etmeye devam etti. Ülke siyonist işgalci rejim tarafından sürekli taciz ve saldırılara uğradı. 2006 yılında Hizbullah ile 33 gün süren bir savaş yaşandı. Ordu ülkeyi korumaktan aciz. Hizbullah, ordudan bağımsız askeri bir güce sahip. Bu askeri güçle ülkeyi koruyabildiğinden dolayı halk nezdinde bir saygınlığı var. Uzun müzakereler sonunda askeri gücüne yasal statü kazandırdı. Aynı zamanda siyasi olarak mecliste de temsil ediliyor.
Liberal bir ekonomiye sahip olan Lübnan’ın gelir kaynağı bankacılık ve turizm. Yatırımcılar, bürokrasi, yolsuzluk, yüksek vergilerden mustaripler. Bunlara iç savaş ve siyasi istikrarsızlık eklenince dış yatırımcı ülkeden kaçıyor. Gayrisafi milli hasılası 5 milyar dolar olan Lübnan’ın 19 milyar dolar gideri var. Kamu borcu 86,2 milyar dolar.
Ülkede telefon konuşma ücretleri çok yüksek ve insanlar konuşmalarını Whatsapp üzerinden gerçekleştiriyor. Whatsapp’a 2020’den itibaren vergi getirileceğinin söylenmesiyle ülkenin dört bir yanında protestolar gerçekleşti. 2015’deki çöp krizi nedeniyle gerçekleşen protestolardan sonra ilk defa böylesine geniş protestolar düzenleniyor.
Herkes biliyor ki salt bir vergi böylesine protestoları yaptırmaya yetmez. Ülkedeki ekonomik gidişat, yolsuzluk, fakirlik, rüşvet, Suriye’deki iç savaştan ülkeye gelen mülteci sorunu, bu vergiden çok daha büyük. Whatsapp’tan vergi alınmayacağının açıklanmasına rağmen protestocular durmadı ve hükümetin istifasını istiyorlar. Geçmişte birbiriyle husumet ve çatışma yaşamış, Hristiyan, Dürzi, Şii ve Sünni siyasi partilerin oluşturduğu 30 üyeli Bakanlar Kurulu ve siyasi denge zaten kırılgan bir yapıya sahip. Bütün taraflar zoraki de olsa var olan durumu kabullenmek zorunda kalmışlar ve ülke bir nebze de olsa huzur bulmuş.
Protestoların durmaması ve farklı bir evreye girmesiyle siyasi dengeler ve ülke nasıl bir duruma gelir, bunu kestirmek güç. Hükümette yer aldığı halde protestocuları destekleyenler var. Hükümetin istifası yeni bir kaosun doğmasına neden olacaktır. Zaten kırılgan olan fay hatları yeni kırılmaları beraberinde getirecektir. Batı dünyası, Suudi Arabistan, İran, siyonist işgalci rejim ve diğer aktörler arasında vekâlet savaşlarının tekrar canlanması, insanların ölmesi, köy ve şehirlerin yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanacaktır. Kötü olan ekonomik hayat daha da kötüleşecektir. Artı hükümet istese de ekonomik gidişatı düzeltecek güç ve imkândan yoksundur.
Bu durumu ülkesini seven vicdan sahibi hiçbir Lübnanlı istemez. Kimler ister derseniz bu durumdan rahatsız olan dünyanın her tarafını çatışma alanına dönüştürmek isteyen emperyalistler ister…