Son bir haftadır dünyanın tek gündem maddesi var, Suriye... Diğer bütün gündemler bunun alt başlık ve türevleri oldu.
Trump, her saat başı birbiriyle çelişen, diplomasi tarihinde eşi benzeri olmayan, devlet adamlığını yerlere seren, sokak kabadayısı edasıyla twitler attı.
BM, Avrupa Birliği, Arap Birliği bu konu ile ilgili olarak toplandı. Hararetli tartışmalar sonucunda kritik oylamalar yapıldı.
Bütün dünya ve Avrupa başkentlerinden bir açıklamayı diğer açıklamalar izledi. Dünyanın en önde gelen basın ve medya kuruluşları gelişmeleri ‘son dakika, acil’ logosuyla izleyicilerine ve dünyaya duyurdu.
Türkiye basın ve medyası Suriye sınırında kamp kurdu. Gazeteci, akademisyen ve askeri uzman ordusuyla an be an olay ve gelişmeleri değerlendirerek dünyaya servis ettiler.
Diplomasi ayağı bu gelişmelerden geri kalmadı. An be an telefon görüşmeleri, başkan ve bakanların birbiriyle görüşme trafiği, görüş-alışverişinde bulunmaları baş döndürücü bir hızla devam etti.
Trump; yardımcısı Pence, Dişişeri bakanı Pempeo, ulusal güvenlik danışmanını bir heyet ordusuyla birlikte alelacele Türkiye’ye gönderdi.
Bütün bunlar bir araya geldiğinde insanın ‘hayırdır, bir dünya savaşı mı var, pastanın bütününü biri alıyor da diğerleri mahrum mu kalıyor’ diyesi geliyor.
Taraflara bakıldığında bunlar birbirleriyle komşu ülkeler değil, birbirleriyle sahada savaşan ülkeler değil. Suriye meselesi için, Türkiye, İran, Irak ve diğer komşu ülkelerin kaygı duyması, endişelenmesi ve bu alanda faaliyet yürütmesi bir noktaya kadar anlayışla karşılanır. Sonuçta komşuluk görev ve sorumluluğunun yanında direk kendi ülkelerini etkileme potansiyeli mevcut. Burada ise tam aksine müdahil olan, ahkâm kesen, Suriye’yi işgal edenler binlerce, on binlerce km ötedeki ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve diğer ülkeler. Rusya dışındaki ülkeler Türkiye ile stratejik müttefik ve NATO üyesi ülkeler. Anlaşmaya göre ittifak üyesi olan bir ülke dışardan saldırıya uğradığında diğer üye ülkeler bu saldırıyı kendilerine yapılmış kabul edecek ve saldırıya uğrayan ülkenin yardımına koşacak. Fakat öyle olmadığı gibi sözde müttefik ülkeler Türkiye’ye silah ambargosu ve yaptırım uyguladılar. Bunu da ittifak üyesi olmayan taşeron bir oluşum için yapıyorlar.
Bu gelişmeler gösterdi ki NATO, ABD’nin emperyal politikalarını yürütmek ve kolaylaştırmak için kurulmuş bir pakttır. Türkiye gibi ülkelerin de buna dâhil edilmesi ve yerine göre bazı askeri yardımların yapılmasının nedeni, Amerika hesabına savaşmak, ileri karakol görevini idame etmekten ibarettir. NATO, fiilen sona ermiştir.
ABD ve diğer Batılı ülkeler PYD gibi taşeron örgütler üzerinden Türkiye ve bölge ülkeleriyle vekâlet savaşı yürütmektedir. PYD, IŞİD’e karşı savaştırılarak bir meşruiyet kazandırıldı. Cilalanarak Kürd halkının temsilcisi gibi lanse edildi. PYD, ‘Rojava Devrimi’ adı altında kendini bağımsız ve büyük zaferler kazanan askeri bir güç diye tanıttı. Türkiye ile ABD arasında varılan son mutabakatla bunların hepsinin kof bir söylemden ibaret olduğu ortaya çıktı. Böyle olmazsa ABD, PYD’nin adına karar vermez, PYD bulunduğu bölgelerden çıkmayı kabul etmez ve ‘Amerika bizi sattı’ diye yaygara koparmazdı. Ki Kürdleri esas satan PYD’dir. Sen kendini pazarlarsan birileri alır, aldığı gibi de satar.
Emperyalist ülkeler birbirleriyle savaşmazlar. Rusya ve Amerika tarihte hiçbir zaman direk savaşmamışlardır. Dünyayı kendi aralarında sadece paylaşmışladır. Ne Kürd ne de başka halklar için bedel ödemezler. Emperyalistlerin bize olan bakış açısını Trump’ın ‘bırakacaksınız okul bahçesindeki iki çocuk gibi kavga edecekler, sonra da gidip ayıracaksınız...’ twiti çok iyi özetliyor.
Biz biz olalım sorunlarımızı kavga etmeden kendi aramızda çözerek emperyalistlerin oyunlarını bozalım…