İki gün önce Batman otogarında gündüz ortasında bir genç bıçaklanarak öldürüldü.
Katil, maktulün başında dakikalarca bekleyerek insanların müdahale etmesine engel oldu. Olay yerine gelen polis, katile müdahale edip, yaralıyı bir an önce hastaneye götüreceğine olayı öylece izledi. İzlemekle kalmadı, diğer insanların müdahale etmesine de engel oldu.
Neymiş, polisin müdahale etme yetkisi yokmuş, müdahale ederse mahkemelerde sürünecek, işinden olacak, cezaevine girecek.
Yıllarca polis akademisi okumuş, hukuk dersi görmüş, bir katile ve suçluya nasıl ve ne şekilde müdahale edileceğiyle ilgili eğitim görmüş bir polis, şaşırmış, ne yapacağını bilemiyor… Bu polis, halkın can ve mal emniyetini nasıl sağlayacak, halka nasıl güven verecek?
Bırakın eğitim almış bir polisi, okuma yazması olmayan, hukukun, kanunun ne olduğundan haberi olmayan vicdan sahibi her insan, orada nasıl davranacağını bilir ve gereğini yapar.
Ama polis, elinde bıçakla vurduğu yaralının başında duran katili ikna etmekle meşgul. Bu nasıl bir vicdan, nasıl bir ruh hali… Polise biri bıçakla saldırırsa polis nasıl bir karşılık veriyorsa, buna da aynı karşılığı vermeliydi.
Polis, yargısız infaz yapsın, kendini yargı erki yerine koyup cezasını kendisi versin, saldırganın alnının ortasından, kalbinden vursun demiyorum. Polisin görevi saldırganı yakalayıp mahkemenin önüne çıkarmaktır. Ama burada fiili bir saldırı ve yerde can çekişen bir yaralı var. Saldırı ve yaralı olmasa saatlerce sözlü ikna etmeye çalışsın.
Saldırganın elinde tabanca değil, bıçak var. Polisin elinde uzun joplar var, biber gazı var, tabanca var. Saldırganı etkisiz hale getirecek en az zayiatlı olan yol ve aracı tercih etmeli. Havaya, ayaklarının arasına, ya da ayaklarına sıkabilir. Ama polis bunların hiçbirini yapmadı. Ta ki saldırgan, vurduğu gencin ölmesini bekleyene kadar. Polis, katilin işini yapmasına yardımcı oldu, imkân sundu ve yaralı hayatını kaybetti.
Bu olay, 6-8 Ekim olaylarında Yasin Börü ve diğer şehit arkadaşlarını aklıma getirdi. Defalarca polise telefon açılıp yardım istenmesine rağmen polis olay yerine gelmedi ve kurban eti dağıtan gençler Diyarbakır gibi bir şehirde gündüz ortasında hunharca katledildiler.
…
Olaydan birkaç saat sonra bir TV kanalında iki akademisyen olayı tartışıyorlardı. Bir akademisyen, ısrarla polisin orada saldırgana müdahale etmesi gerektiğini kanun ve talimnamelerle izah ediyordu. Bayan spiker, konuklara can alıcı şu soruyu yöneltti; ‘polis olay yerinde ve müdahale etmiyor, ne yapılmalı, dışardan biri müdahale ederse ne olur?’
Akademisyenlerden biri, şu ana kadar öyle bir olayla karşılaşmadım diyerek soruyu savuşturdu fakat diğeri, bu konuda Yargıtay’ın emsal bir kararını açıkladı. Birkaç yıl önce bir kavgaya müdahale etmek için olay yerine motorize polisler intikal ediyor. Yerde yatan bir adama birden fazla kişi sopalarla öldüresiye vuruyorlar. O esnada polisler herhangi bir fiili müdahalede bulunmuyorlar. Bunun üzerine yerde yatan adamın oğlu, saldırganlara silahla müdahale ediyor ve bazılarını yaralıyor. Devam eden mahkeme neticesinde Yargıtay nihai kararı veriyor ve oğlun babasını kurtarmak için yaptığı silahlı saldırıyı ‘meşru müdafaa’ olarak görüyor.
Bir ülkede can ve mal emniyetini sağlamakla görevli polisler ve kolluk kuvvetleri üzerine düşeni yapmıyorlarsa devletin varlığı tartışılır hale gelir. Bu da insanların kendi elleriyle güvenliklerini sağlama, adaleti yerine getirme hakkını doğurur. Bu da kaos ve çatışmalara dönüşür.
Adil davranmak için hukuk ve kanun bilgisi lazım ama en büyük hukuk, insanın bozulmamış fıtratı ve vicdanıdır. İnsanlara bilgi verelim ama öncelikli olarak vicdanlı bireyler ve vicdanlı bir toplum yetiştirelim. Gerisi kendi kendine gelir…