Şehit Hasan el Benna, (Allah rahmet eylesin) o dönem Mısır bürokrasisindeki yozlaşma ve bir makama gelmeyi şöyle tarif ederdi. “Bir memur olmak, bir göreve gelmek için, birçok kapı çalmak, birçok el öpmek gerekiyor. Bu yolla onur ve izzetini ayaklar altına alanların bir makama geldiklerinde onurlu ve izzetli davranması beklenebilir mi?”
Evet, bu onursuz yol ve yöntem sadece o günkü Mısır bürokrasisiyle sınırlı değil elbet. Bu yol bir ülkenin sınırlarını ve anlayışını da aşarak günümüzün uluslararası bürokrasi ve siyasetinin bir kuralı oldu. Makam ve mevkilerin büyümesine paralel olarak çalınacak kapı ve el öpülecek insan sayısı artarken, ters orantılı olarak izzet ve onur da azalmaktadır.
Onursuzca bir makama gelenler, halkın ve ülkelerinin menfaat ve çıkarını değil, kendilerini o makama getirenlerin menfaat ve çıkarını korur, verilen emirleri harfiyen yerine getirirler. Yoksa sırada bekleyenlerden biri ile yer değiştirilir.
Bunun yanında kabiliyet ve istidadıyla, halkın reyiyle meşru bir şekilde işbaşına gelenler zalime karşı izzetli, mazluma şefkatli olurlar. Kimseye diyet borçları olmadığından hakkın ve halkın menfaatini her şeyin üzerinde tutarlar. Hakkın hatırı zindana girmekten, darağaçlarında asılmaktan çekinmezler.
Bunun en güzel örneği, halkın oylarıyla Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi ile askeri darbeyle işbaşına gelen hain Sisi’dir.
Muhammet Mursi, işbaşına geldiği ilk günden itibaren Amerika’nın, siyonizmin yaldızlı ve gelecek vaat eden tekliflerine iltifat etmedi. Aksine zulme ve emperyalizme karşı son nefesine kadar dik durdu. Mazlum Filistin halkı ve Kudüs’ün özgürlüğü için haykırdı ve çalıştı. Devletin bütçesinden hakkı olmayan tek kuruş almayı bırakın, görevde olduğu bir yıllık süre içerisinde hakkı olan maaşına dahi el sürmedi. Allah rızası için halka hizmet etti. Her baba ve insanın doğal isteği olan ‘çocuklarıma başlarını sokacak bir ev bırakayım’ düşüncesinde olmadı. Kendisine ait bir evi olmadı. Hz. Yusuf misali sadece Mısır halının değil, bütün ümmetin ve insanların teveccühünü kazandı. Zalimin korkusu mazlumun hamisi ve umudu oldu…
Fakat zalimler bırakmadı. Kendisinin göreve getirdiği, Sisi, onun emrini değil, emperyalistlerin emrini yerine getirdi ve onu devirdi. Devirmekle kalmadı. İnsanlık tarihinin en korkunç katliamlarından birini yaptı. Rabia Meydanında kadın ve çocukların da yer aldığı yedi bin insanı keskin nişancılarla, bombalarla, tanklardan ve helikopterlerden açılan ateşle öldürdü, inşaları içerisinde yattıkları çadırlarla birlikte yaktı.
Başta Muhammed Mursi olmak üzere İhvan ve diğer İslami cemaat ve partilerin yönetici kadro ve üyelerini zindana attı. İnsani olmayan uygulamalarla zindanda âdeta ölüme terkedildiler. Bir tiyatro mizanseniyle kurulan devrim mahkemeleri idamlar yağdırdı. Sözde yapılan seçimlerde Sisi, yüksek oylara cumhurbaşkanı seçildi.
Bütün bunlar, Sisi’yi halkın gözünde meşrulaştırmadı, izzetli yapmadı, aksine hain damgası yemekten kurtulamadı.
Tek kişilik tecrit odasında en doğal tabii hakları dahi elinden alınan, kendisine verilen zehirle adım adım ölüme sürüklenen Mursi, mahkeme salonunda ruhunu Allah’a teslim ederek şehadet mertebesine ulaştı. Dirisinden korkanlar ellerindeki devasa askeri güce rağmen ölüsünden de korktular. Çünkü hainler, suçludurlar ve suçlular korkaktırlar. Velev ki dünyanın bütün gücü yanlarında da olsa.
Mursi’nin vasiyeti olmasına rağmen köyünde gömülmesine müsaade edilmedi. Apar topar gömüldü. Mezarına yakınlarının dahi ziyaret edilmesine izin verilmiyor. Kim bilir Üsdad Bedüzzaman gibi naaşını mezarından alarak bilinmeyen bir yere götürürler.
Tarih ve bizler şahitlik ederiz ki Muhammet Mursi, ecdadı gibi, hocaları Hasan el Benna, Seyyid Kutup gibi zalimlere karşı dik durdu, taviz vermedi, ‘Adam gibi’ mücadele etti. Ruhu şad olsun…