Toplumsal alanda yaşadığımız ahlaki erozyonun acı ve ızdırabını her alanda yaşamaktayız.
Leyla, Eylül gibi masum yavrularımızın maruz kaldıkları vahşet, cansız bedenlerini toprağa verilirken ki halleri yüreğimizi dağlamakta.
Gözlerinin önünde babasının, annesini öldürdüğünü gören minik yavruların o korkunç bakışları ifade edilememekte.
Müptelası olduğu bonzai ve uyuşturucu bataklığında çırpınan gençliğimizin köprü altlarında, metruk yerlerde kendinden geçmiş, bir kaldırım kenarında ölümleri yüreklerimizi dağlamakta, bizi insanlığımızdan utanır hale getirmektedir.
Birbirinin velisi, elbisesi, yardımcısı, korunağı olması gereken eşlerin birbirine düşman ve rakip hale getirilmesi, dışardaki tehlike ve felaketlere karşı bir sığınak, huzur ve sükûnet yeri olan aile yuvasının dağılması, çocukların annesiz-babasız kalması toplumu temelinden yoksun hale getirmiştir. Temelsiz olan bir toplum, günümüzün deprem, sarsıntı, tehlike ve fırtınalarına karşı duramamakta, en ufak bir sarsıntıda yerle yeksan olmakta.
Yuvadan kaçan erkek, kadın ve çocuklar her an patlamaya hazır bir bomba haline gelmektedir. Nerede, nasıl ve ne şekilde patlayacağı kestirilememekte.
Toplumu ıslah etmekle yükümlü devlet, aileyi korumakla sorumlu ‘Aileden Sorumlu Bakanlık` sorunlara çare bulması gerekirken toplumun geniyle, inanç ve örfüyle uyuşmayan, ithal kanun ve yasalarla hastalığı daha da artırmaktadır.
Kadın, anneliğe, evinin hanımefendisi olmaya özendirileceğine, sokağa, dışarda çalışmaya zorlanmaktadır. Çalışan kadına çocuk kreş parası ödenirken, bütün maddi imkânsızlıklara rağmen kendini çocuğuna ve ailesine adayan anne, bütün haklardan mahrum bırakılmaktadır.
Basın ve medyada, dizi ve reklamlarda zina aleni, her türlü ahlaksızlık ifşa edilip yüceltilmekte; meşru, fıtri ve gönül rızasına dayalı nikâh, ‘18 yaşından küçüktür` diye cezalandırılmaktadır. Anne, eşinden ve çocuğundan koparılmakta, baba cezaevine, çocuklar da esirgeme kurumuna gönderilmektedir.
Kadının en iyi korunağı çocuğunun ve eşinin yanıdır, yuvasıdır. Koruma evleriyle, polisiye tedbirlerle, cezaları artırmakla, idamı getirmekle ne kadın, ne çocuklar ne de toplum korunamaz. Hele hele bu yargı sistemiyle idamın gelmesi bir felaket olacaktır. Var olan zulüm ve mağduriyetlere yenilerini ekleyecektir.
Şu kabul edilmelidir. Günümüzün dünyası, Batı sistemi, gayri İslami kanun ve yasalar, çok mükemmel bir uçak, bir araba üretebilir. Büyük gemiler, muhteşem denizaltılar inşa edebilir. Uzaya, aya çıkabilir. Uzayda insanların yaşadığı şehirler de kurabilirler. Ama insanlığın ahlakını ıslah etmekten acizdir. Şeytanın ve egosunun kölesi olmuş, etrafına zarar verecek canavara dönüşen insanoğlunu, fıtratına ve yaratılışındaki temiz haline döndürememektedir. İnsanoğlunun aradığı huzur ve mutluluğu verememektedir.
İnsanoğluna dünya ve ahiret saadetini ancak vahyin öğretileri verebilir. Ancak İslam üzere inşa edilecek bir dünya maddi ve manevi huzuru verir. İslam, seküler sistemlerin kötülük ve pisliklerini ortadan kaldıran yamama bir din değildir. Necaset, kendisine katılan temizi de necis kıldığı gibi zakkum ağacına hurma aşılanmaz, çürük temele gökdelen inşa edilemez.
Tek yol; eğitim ve müfredatıyla, siyaset ve sistemiyle, ekonomi ve adil gelir dağılımıyla, kanun ve yasalarıyla, şehirlerin inşa ve imarıyla, yargı ve yürütmesiyle her şeyin vahye dayalı olmasıdır.
Bütün bunlara rağmen ıslah olmayan birileri çıkarsa da ‘Kısasta sizin için hayat vardır` düsturuyla hareket edilir.