Geçen günlerde meteoroloji İstanbul için dolu uyarısı yaptı. İstanbul`da ceviz büyüklüğünde dolu yağacağı, dolunun sert ve büyük olması hasebiyle araçların camına ve kaportasına zarar verebileceği ifade edildi.
Uyarı sadece meteorolojiyle sınırlı kalmadı. Haber kanalları, sosyal medya kullanıcıları ‘dolu yağışı başladı, şuraya ulaştı, buraya ulaştı, 20 dakika sonra İstanbul`da olacak… ` haberleri an be an verdiler. Vatandaşlar da haklı olarak zarar görmemesi için araçlarını güvenceye almaya çalıştılar. Kapalı otoparklara araçlarını bırakanlar şanslıydılar. Çünkü kapalı otoparklar doldu, artık araç alamayacak duruma geldiler. Kapalı otoparklarda yer bulamayan ya da götüremeyenler kendi imkânlarıyla araçlarını korumaya aldılar.
Arabalarının üstünün halı, battaniye, savan ve kilimlerle sarıp sarmalanması farklı görüntülere sebebiyet verdi. Arabayı bir çocuk misali sarıp sarmalayandan, evde, sokakta ne bulduysa arabasının üstüne atandan, herkes tedbir almış ben de bir şeyler atayım diyene kadar…
Bereket versin beklenen dolu yağmadı, arabalar zarar görmedi, kaportacılar da bekledikleri iş yoğunluğunu yaşamadılar. Sonuçta bu işten en çok karlı çıkacaklar kaportacılar olacaktı.
Aynı meteoroloji şöyle bir uyarı yapsaydı; ‘gökten her biri bir elma büyüklüğünde olan yanan taşlar yağacak…`
İhtimal ne kadar düşük de olsa devletiyle, bütün kurum ve kuruluşlarıyla halk olarak, işimizi gücümüzü bırakır buna karşı tedbir üstüne tedbirler alırdık. Bu uğurda hiçbir maddi masraf ve fedakârlıktan çekinmezdik.
Aynı meteoroloji ‘gökten saman şeklinde altın yağacak` diye duyuru yapsaydı. Halkın tümü ne kadar karlı ve kazançlı, önemli de olsa işini gücünü bırakır, bütün güç ve kuvvetiyle nasıl daha fazla altın toplarım derdine düşecekti.
Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olman bir uyarıyı dinleyen insanlar –ki gerçekleşmedi- ‘ya olursa` diyerek maddi zarar görecekleri endişesiyle tedbir almak zorunda kaldılar. Kimse de bunu garipsemedi. Çünkü akıl ve mantık bu tedbirin olmasını uygun görüyordu. Sonuçta işin sonunda zarar vardı.
Tedbir almasaydılar ne olurdu, en fazla birkaç bin liralık bir zarar göreceklerdi. Kaportacılar haftalarca harıl harıl çalışacak, binlerce, on binlerce insan da bu yoldan para kazanmış olacaktı. Yanı hayat-memat meselesi değildi.
Ama hayat-memat, ateşte ebedi yanmak, ya da ateşten azade olup cennette yaşamak olan bir imtihanda insanoğlu maalesef uyarıları dikkate almıyor, gerekli tedbirleri almıyor, fedakârlıkta bulunmuyor, cüz`i bedel ödemeyi göze almıyor.
Ki bu haberi verenler söylediklerinin olup olmayacağı kestirilemeyen meteoroloji yetkilileri değil, dün beyaz dediklerine bugün siyah, dün siyah dediklerine bugün beyaz diyen akademisyenler de değil, bu uyarı ve tehditleri yapa Âlemlerin Rabbi olan Allah`u Teâla`dır. Sadık haber getiren yüzbinlerce peygamberlerdir, evliyalardır, salihler ve sıddıklardır. Her dönem ve her mekânda yakıcı cehennem ateşini haber veren kutlu davetçilerdir.
Bütün bu sadık habercilere rağmen insanoğlu önlem almıyor, tedbir almıyor, şeytanın arkasında gidiyor.
Cehennem ateşi karşısında dolu nedir ki?
Ateşten azade olmak, cennet nimetleri yanında dünyanın malı, parası pulu nedir ki? Kıyas bile olmaz.
İşte bunun için Allah Teâlâ insanı ‘cahil, zalim, nankör` olarak tanıtıyor.
Allah'ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azabından koru. Ey Rabb'im, merhamet edenlerin merhamet edicisi, bize rahmetinle muamele eyle.