Sarsıntıyla birlikte on katlı binadaki herkes aşağı dökülmüş, birbirlerine korku ve heyecanlarını dile getiriyorlar, daha henüz yeni çıkmakta olanlara bakıyorlardı.
En sonunda genç bir bayan bitişikteki yaşlı komşu teyzenin koluna girmiş dışarı çıkarıyordu. Aslında teyze koluna girilmesine gerek duymayan dinç birisiydi.
“Zoraki, yalvararak çıkardım, çıkmak istemiyordu” dedi. Herkesin yanında bir takım çantalar, üzerlerinde fazladan giysiler vardı am bu teyzemizin yanında hiçbir şey de yoktu, daha da önemlisi evinden çıktığına da pişman bir hali vardı.
“Depremden kaçarken yanımıza neler almalıyız?” sorusu 6 Şubattan bu yana, özellikle ardı arkası kesilmeyen artçılarla birlikte kendi kendime sorduğum, hanımla da dile getirdiğim bir soru.
“Sen yanına bir şey almadın mı?” diye sorduğumuz o güzel teyze bize garip garip baktı;
“Ne alacağım ki, benim alacağım bir şey yok, abdestimi aldım namazımı kıldım ve bekliyordum, bu hanım kız geldi ve beni zoraki dışarı çıkardı, öleceksem evimde ölürüm yavrum, dışarıda ne işim var benim” dedi.
Kaçarken neler alabiliriz yanımıza derken elbette öncelikle canımızı kurtaracağız, sonra fırsat bulabilirsek değerine göre ve yükte hafif olmasına da dikkat ederek bir şeyler alacağız.
Sadece yaşlı ve nurani teyzemiz değil gıpta ettiğim birileri de vardı.
Genç bir kardeşimiz de günlük hayatta dışarı çıkarken elimizden düşürmediğimiz o küçücük çantasını göstererek “benimki de bu kadar vesselam” derken bize bir ölçü veriyordu, dünya bu kadardır vesselam diyordu. Telefonu vardı, şarj aleti vardı, birkaç anahtar ve buna benzer çok zaruri küçük şeyler vardı.
Aslında mezara girerken o küçücük çantamız da olmayacak yanımızda, teyzemiz yanına ne almışsa onlar olacak yanımızda; Allah’a olan ve yüzüne yansıyan o güzel teslimiyet, abdesti, namazı ve mırıldandığı dualar ve zikirler.
Bir de rahmetli anneannemin tavsiyeleri:
“Aman yavrum dikkatli olun, gece ne olur ne olmaz, hep giyinik yatın, donunuz gömleğiniz temiz olsun, ölüm var, kalım var, el içine çıkmak var…” derdi.