Faruk KILIMAN

Ne yani! Hakikati de mi söylemeyelim?

31.10.2024 01:00:00 / Faruk KILIMAN

Bu tür tepkiler birçok konuşmacının, gelen itirazlar üzerine verdikleri tepkilerdir.

  Ne yani! Hakikati de mi konuşmasınlar? Tabi ki konuşacaklar. Bir şartla ki her konuştukları hak ve doğru olacak ama her doğruyu her yerde konuşma hakları olmayacak. Çünkü cümlelerin doğru ve yerinde olup olmayacağı sonuçları itibari ile değerlendirilir. Bir söz hak olabilir, ama sonuçları itibariyle doğru ve yerinde olmayabilir. Bir söz doğru da olsa cinayet sebebi olmuşsa burada “Hak yerini buldu.” denmez. Doğru söz bir durum hali ve sebep iken, hak dediğimiz kavram sonuçsaldır, bir şeyin doğru yere oturtulup oturtulmadığı ve hak edişi ile alakalıdır.

   Ben-i Mustalik Gazvesi’nde Müreysi kuyusunun başında yaşanan bir tatsızlık sebebi ile Ensar ve Muhacir karşı karşıya gelmiş, münafıkların başı çok ağır ifadeler kullanarak ortalığı velveleye vermişti. Efendimiz’in bu olaylar karşısında yaptığı uygulamalar konuyu anlamamız için yeterli olacaktır.

  Birincisi; bu olay karşısında bir genç, münafıkların reisinin kullandığı cümleyi Efendimize taşımıştı. Efendimiz gence ısrarla doğru duyup duymadığını peş peşe sormuştur. Mevzu bahis olan münafık gerçekten bu sözleri söyleme potansiyeli taşımadığı için mi Efendimiz, ısrarla tetkik etmeye çalışmıştır? Aksine bu, münafığın ilk falsosu değildi. Önceki olaylardan dolayı dosyası kabarık, sicili de zaten bozuktu. Ama Efendimiz, ümmete bir anlayışı miras bırakıyor; karşıdaki adam ne kadar bozuk veya ne kadar sorunlu olursa olsun; bilgiyi getiren kaynak bilgiyi her açıdan sorgulasın ve tetkik etsin. Ki efendimiz sadece genci dinlemiyor, itham edilen münafığa da kulak veriyor. Yani karşı taraf ne kadar sorunlu olursa olsun, üçüncü şahısların getirdikleri bilgiyle sınırlı kalmayıp birinci elden de bilgiyi teyide çalışmıştır.

  Ümmet olarak bu konuda iyi bir sınav verdiğimiz söylenemez. Özellikle yukarıda ifade ettiğimiz gibi dahili bir olayda hemen hemen herkes birbiri aleyhinde duyduğu bilgileri sorgulamadan ve karşıya da teyit ettirmeden ekranlarda ve bir de kimi de İslam düşmanı mikrofonlara konuşarak asıp kesip biçmekte.

  İkincisi; münafık veya muhatap bu potansiyeli taşımasına rağmen efendimiz, olayı çok kurcalamıyor. Hikmet ve ümmetin maslahatı bunu gerektiriyordu. Çünkü bu tarz dahili bir olayda doğrudan suçlu ve sözleri üzerinden konuşmak doğru ve hakikat olsa da sonuç itibari ile hak olmayacaktır. Hatta Hz. Ömer(r.a), bu münafığın kafasını vurmak istemiş. Ama Efendimiz, onu bu işten men ederek; “Muhammed ashabını öldürüyor, demelerini mi istersin?” demiştir. Yani bazı şeyler doğru ve hakikat olsa da sonuç olarak hakka hizmet etmemektedir. Bu yüzden sonuçsal düşünmek ve hareket etmek zorundayız. Peki, bakın bakalım ekranlara! Şu ağızlarımızdan birbirlerimiz hakkında neler çıkmıyor ki?

   Münafığı ve münafıkları geçtim. Sizce biz dışarıya güzel bir algı verebiliyor muyuz ya da içerdeki dengeleri ne kadar gözetebiliyoruz?

   Üçüncüsü; Bu olayda ciddi bir sorun vardı. Gönüllerde ciddi kırgınlıklar oluşmuş ve beyinlerde fırtınalar esiyordu. “Besle köpeği parçalasın seni!” diyen münafık bu fitne ateşine iyice benzin dökmüştü. Daha dün yalın ayaklı gelip evlerine aldıkları ve mallarına varis olsunlar diye fedakarlık yaptıkları muhacirlerle neredeyse kanlı bıçaklı olacaklardı. Beyinlerde deli gibi sorular dolaşıyordu. Efendimiz, hiç adeti olmadığı üzere gündüz ortası orduya hareket emri vererek; bir gün, gece gündüz onları molasız yürüttü. Sadece namaz molası verildi. Çöl sıcakları beyinleri yakıyor, kızgın kumlar ayakları kavuruyordu. Bedende ise mecal kalmamıştı. Açlık, susuzluk ve uykusuzluk da cabası… Efendimizin bu eylem şekli, beyinlerde oluşan fitne bulutlarının eziyet ve meşakkatlerle dağılması ve fitnelerin konuşulmasına fırsat verilmemesi amacını güdüyordu. Oturan ve eylemsiz kalan konuşur, konuştukça fitne üretir. Ama hareket ve eylem halinde olan eylemine odaklanır ve fitnevari konuşmalardan korunmuş olurdu.

   Yani İslam ordusunun haklı veya haksız bazı şeyleri konuşmasını engelleme amacı da vardı. Halbuki her iki tarafın da doğru ve haklı oldukları şeyler vardı. Ama Allah’ın Resulü bunu engelleyerek ümmete yapılacak olan büyük bir haksızlığa engel oldu.

  Şimdi cümlelerimizin başına dönersek; ne Şia’sı ne Sünni’si ne şucusu ne de bucusu… Allah aşkına şu Gazze’deki ve tüm ümmet coğrafyasındaki mazlumlardan utanarak; eziyet, meşakkat ve acılar başımıza baran baran yağmadan ve bizleri bu konuda susturmadan susacağımız ve konuşacağımız yerleri iyi belleyelim. Çünkü senin üzerine haktır ki her sözün ve eylemin hak olsun; ama her hakkı her yerde söyleme hakkın olmasın.

   Selam ve dua ile.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar