“Küfür tek millettir” derken Efendimiz, tek ümmet olma zorunluluğunu görmemizi istedi. Varlığın iyi tarafında bulunmayı ilke edinmiş insana karşı, zulmü ilkesizlikle birleştirenlerin gerçekte paramparça olan kirli kalplerinin, fani zevkler için nasıl birleştiklerini bize göstermek istedi. Artık pratik gerçekler de apaçık gösteriyor ki, şu anda dünyanın tümünü esir almış zulüm sistemlerinin uyumsuz çocukları sadece Müslümanlardır. Bu onurlu farklılık; parçalanmış, zayıf düşmüş, birbirleriyle uğraşan, kaos içindeki Müslümanların İslam'ı eksiksiz bir şekilde pratiklerine döküşlerinden de kaynaklanmıyor. Bu yüz akı farklılık ve zulümle uyumsuzluk, İslam'ın inançsal sabitelerinin, zulüm sistemleriyle uyuşmasının imkansızlığından kaynaklanıyor.
Esasen, yerden göğe doğru yapılan sapkın bir bakışla, merkeze insanın fani yaşamını alarak hayatı dizayn etmeye çalışan küfür, gökten yere doğru bakıp yaşamı Allah'a adayan İslam'ın ufkunu hiçbir zaman anlamadı-anlayamaz ve kabullenmedi-kabullenemez. Onlara göre; “ne yaptıysa insan yaptı!”, “Allah, (haşa) ancak insana faydalıysa vardır”. Onun için bunun tam aksini savunan Müslümanların bulunduğu bütün coğrafyalarda yeryüzünün en büyük zulümleri yaşanıyor. Fikri ne olursa olsun, her İslam dışı inanç, hükümranlığı elinde bulundurduğu tüm coğrafyalarda Müslümanlara zulmediyor. İşte Siyonist Yahudiler ve Gazze, Lübnan, Suriye, Irak ile İran'a yapılan emsalsiz zulümler ortada. İşte Hristiyan Batı medeniyeti ve tüm İslam coğrafyalarında yaşanan haçlı seferi emperyalizmi ve sömürgeleştirmeler göz önünde. İşte Budizm ve Doğu Türkistan. İşte Hinduizm ve Arakan, Keşmir ile Hindistan'daki mazlum Müslümanlar. Hangi birini sayalım ki. Kapitalizm ve Komünizm’in hedefinde sadece Müslümanlar var. Birbirinin düşmanı gibi görünen ve buldukları bir leş kemiği için insanlığı dünya savaşlarıyla paramparça eden bu fesat yuvaları, Müslümanlar söz konusu olduğunda zihin ve eylemde hemen birleşiyorlar.
Ama tarihin aynasından sürekli yansıyan bu gerçek, bizim için hiç şaşırtıcı değil, sünnetullahla asla uyumsuz değil. Sadece, sünnetullah gereği, kötülük kendine düşeni yapıyor. Peki biz mazlum ama suskunlar, biz tembel ama yılmışlar, biz masum ama ürkmüş, korkmuş ve sinmişler, beraber hedefteyken birbirine düşmüşler… bizler ne yapıyoruz böyle? Kimimiz öğrenilmiş çaresizlik içinde Aksa’yı ve Kabe’yi kıble edinmeyi bırakıp Batı Medeniyetinin teknolojik üstünlüğünü vurgulayarak, gözleri büyülenmiş halde yönümüzü artık Batı’ya çevirmeyi salık veriyoruz. Kimimiz çoktan Batı taklitçisi olmuş bile. İsimlerimizi çalmış birileri, Emperyalizmin bir valisi gibi bizi yönetiyor. Kavmiyet ateşi, yüreğimizde, imanın ateşinden daha çok yanıyor. Irkımızın inkarı, Rabbimizin inkarından çok daha fazla kalbimizi yakıyor. Kardeş olacaklarımızı ve uğruna ölünebilecek davamızı seçerken, Allah'a imanı tolere edilebilir bulmaya başladık. Bir yanda mezhepçilik diğer yanda yangının içinde dünyalık biriktirme telaşı, yangını azdırıp bizleri kü(ö)le dönüştürüyor. Biriktirdikçe fakirleşiyoruz, okudukça (sosyal medyayı) cahilleşiyoruz. (Irk merkezli) birlikler kurdukça parçalanıyoruz. Yani küfrün bize dayattığı sistemde debelendikçe batıyoruz.
Hemen şimdi, İslam'ın ufkuyla birleşelim. İsmi henüz konulmamış olsa bile, gündem olmaya başlayan birlik-beraberlik iklimini İslam'ın o muhteşem ilkeleriyle belirleyelim. Tam zamanı. En azından tüm İslami STK’lar, “Barış’a İslami Çözüm Konferansı” düzenlemeli. Artık oturup konuşalım ve açılacaksa kucak, ardına kadar açalım. Adaletten korkmaya gerek yok. Birbirimizi sevmekten korkmaya gerek yok. Kucaklamak için kollarımızı ne kadar geniş açarsak o kadar çok büyürüz. Denize düşmedik, gidip yılanlara sarılmaya hiç gerek yok. Siyasi oyunlara asla ihtiyacımız yok. Samimice, sevgi dolu ve adilce, kurşunla kenetlenmiş saflar halinde yan yana dizilelim. Tarihin projeksiyonları Moğol ve Haçlı istilalarını önümüze yansıtıyor. Bu sefer tekerrür etmesine fırsat vermeyelim.