Yalan, onlar için sadece bir iş. Bunu siyasetin metodu biliyorlar. Sık sık Hitler'in propaganda bakanı Goebbels’e atfedilen “Büyük Yalan Tekniği’ne”, yani “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam edersiniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır” tekniğine başvuruyorlar. Düşünmeden inanmaya hazır kitleleri de bu yalanlara, tekrara bile gerek duymadan inanıyorlar. Ama bundan daha büyük bir kazançları var. Büyük-küçük yalanlarla hedef aldıklarını, sürekli savunma yapmak zorunda bırakıyorlar. Hedefledikleri kitle, bütün enerjisini, bu boş yalanları cevaplama mücadelesinde tüketir. Böylece, içinde debelendikleri pislikleri halka anlayacak-gösterecek kimse kalmaz. Onlar da rahatlıkla, iğrenç pisliklerini etraflarına bulaştırmaya devam ederler.
Müslümanlar oyuna gelmemeli, savunmada kalmaktan vazgeçmeli artık. Çünkü, bu yalanların doğru olmadığını ispatlamaktan, İslam'ı tebliğ edecek, küfrün pis yüzünü insanlara gösterecek zamanları ve enerjileri kalmıyor. Küfür ise, küfürden düşüncelerini, hiçbir zaman ispatlamak zorunda görmüyor. Ayakları yere basan, kopmak bilmez mantıksal iplerle kenetlenmiş, çelişkisiz bir fikir inşa etme zorunluluğu hissetmiyor. Boşluklar, uçurumlar, çelişkiler, ahlaksızlıklarla dolu saçmalıklarını büyük bir güvenle anlatıyor. Bu arada sürekli saçma sorular soruyor, şüpheyi vazgeçilmez bir metoda dönüştürüyor, sadece karşıdakini hedef alan şüphe tohumları serpiyor. Kendileriyse, küfür yüklü hiçbir düşüncesini şüphe süzgecinden geçirme gereği duymuyor.
Müslümanlar, İslam’ın ilkeleri, tarihi, medeniyeti ve yasaları hakkındaki kasıtlı ve anlamsız sorulara cevap yetiştirmek zorunda değildir. Çünkü onlar bu soruları sorarken aslında İslam'ı öğretmek istemiyorlar, aksine İslam'dan uzaklaştırmak istiyorlar. Müslüman, İslam'ı anlatır, isteyen alır istemeyen de almaz ve pislikten hayatının içinde sürünür. Zaten İslam'ı savunmak için verdiğimiz cevaplarımız ne kadar mükemmel olursa olsun, onları asla memnun edemeyeceğiz. Artık biz de bu yenilmişlik duygusu, alçaklık kompleksiyle cevap yetiştirme çabasından vazgeçelim. Sadece o hayâsız yüzlerine tükürelim.
Kendi iğrenç zihniyetlerinin kölesi kadınlara, “Biz kimsenin namusu değiliz!” diye kampanyalar düzenletiyorlar. Halkta var olan namus duygusunu kaldırıp, yerine hayvanlardan bile aşağı olan, hadsiz bir cinsellik algısı yerleştirmeye çalışırlar. Aile kavramına düşmandırlar. İslam’a inat, alkol tüketimini yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Ahlak ilkelerini akla aykırı buluyorlar, her yerde görüp gözeten bir Allah düşüncesini yok edip, zevkten, ihtirastan, paradan, serkeşlikten başka bir şey düşünmeyen, sarhoş, utanma bilmez, Allah'tan korkmaz, had tanımaz bir toplum kurmayı amaçlıyorlar. Utanmadan da imansız zihniyetlerinden çıkan vahşiliklerin kökenini, inançta, inançlı olanlarda göstermeye çalışıyorlar.
İnsan noksandır, hata yapar. Bir fikrin gücü hata ve günahı tamamen ortadan kaldırıp, insanı melekleştirmesinde aranmaz. Bir fikrin ıslah gücü, özellikle kaos dönemlerinde, olası kötülük yapma potansiyelini asgari seviyeye düşürme gücünün oranından anlaşılır. Sömürülerle, emperyalizmle sefil bırakılmış ve savaşlarla kaos içine itilmiş toplumda, imanlı zihinle, imanı alınmış ya da zayıflatılmış, böylece sarhoş edilmiş, dünyanın haram zevklerine daldırılmış zihin arasında, kötülük yapma potansiyeli açısından dünya kadar fark var. Cinayetlerde, kurbanları içinde çocukların da bulunduğu istismarlarda, cinsel saldırılarda, imanlı olanla olmayanın kıyası, oran olarak kıyası bile kabul etmeyecek düzeydedir. Ama o utanmazlar, içinde, Cami, Kur'an Kursu, İmam-Hatip’li geçen nadir olayları o kadar çok dillerine pelesenk ederler ki sadece onlar kötüymüş algısı yaratırlar. Birkaç münferit olayı kendi milyonlarca pislikleriyle en iyi ihtimalle eşitler veya sadece imanlı zihinleri kötülük yapıyormuş gibi gösterirler.
Öyleyse, artık bu mühürlenmiş zihniyetleri muhatap almaktan ve sürekli savunmada kalmaktan vazgeçmeliyiz. Sadece İslam'ın güneşini her eve girecek şekilde yansıtmalı ve küfrün iğrenç yüzüne ayna tutmalıyız.