Psikolog veya sosyolog değilim. Azınlık psikolojisinin, bir köşe yazısı içine sığdırılamayacağının ve uzmanı olmayanlar tarafından en azından hak ettiği derinlikte detaylarla beraber yazılamayacağının farkındayım. Bu konuyu yazmaya iten asıl sebep, şimdilerde moda rüzgarına dönüşmüş, empatide bulunma furyası da olabilir.
Metropollerdeki tecrübelerimden biliyorum ki, azınlık olanlar kenetlenir. Alışkanlığa dönüşmüş ortak noktalarda, azami düzeyde yaşayabilmenin tek yolu budur. Dil, inanç, kültür, estetik, zevk oldukça benzerdir. İnsanlarla benzerlikler arttıkça yakınlaşma, azaldıkça uzaklaşma oluşur. Bu doğal bir sonuçtur. Ama oldukça tehlikeli de olabilir. Çünkü azınlık psikolojisinin temelinde güvenlik kaygısı da güçlü bir şekilde vardır. Tehlikelere karşı güçlü olma, güçten destek alarak korunma isteğiyle oluşturulan bu bütünleşme, zihinde kendi karşıtını yani “ötekileri” var eder. Eğer azınlık, kendi olduğu gibi kabul edilerek kucaklanmaz, yok edilmeye çalışılır, zorla çoğunluğa benzetilmek istenirse çatışma çıkabilir. Bu çatışma esnasında haklı taraf olarak kabul bile edilebilir.
Ama ya azınlık psikolojisi, zamanla bir inanca dönüşmeye başlarsa ne olur? Net, Siyonizm olur. Siyonizm’de din, insanlığın kurtuluşu için indirilen bir sistem olmaktan çıkar, azınlığın faşizminin aracısına dönüşür. Tanrıları bile, alemin Tanrısı olmaktan çıkar, sadece azınlığın kendi şahsi malına dönüşür.
Görünen o ki, tarihi süreçte Siyonizm, Yahudiliği millileştirdi ve azınlığı seçkinleştirdi. Öteki olarak da geride kalan tüm insanlığı karşısına yerleştirdi. Küçük bir azınlık dışında, geri kalan tüm insanlık, önemsiz ve düşman iseler, bunlara bir de dinsel bir alan seçmek gerekiyordu. Onlarda geri kalan tüm insanlığı, uşaklar, köleler, kendi varlıkları karşısında varlıkları önemsiz canlılar diye dinleştirdiler.
Evet, bu inanç sistemi, kendi aralarında güçlü bir birliktelik kurdu. Ama önemli bir başka sorun doğdu. Geri kalan tüm insanlık çok daha fazlaydı ve çokluk, güçlü olmanın bir yoluydu. Ayrıca geri kalan insanlar da kendi aralarında mücadele ediyorlardı ve kendilerine karşı olmasa bile, birbirlerine karşı büyük güçler, devletler yani birliktelikler kuruyorlardı. Bu güçlü birlikteliklerin bazısı da tarih içinde, Siyonizm’in faşizmine dayanamayıp, onlara karşı, kendileri gibi acımasız politikalar uyguladılar. Siyonist zihniyet böylece daha da faşist oldu. Artık geri kalan tüm insanlığa karşı, yüklerini ateşle dolduran ağıtları da vardı. Necip Fazıl’ın harika tespitiyle, “yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek” kadar vahşi bir faşist zihniyet doğmuştu.
Bu zihniyet azınlık olmanın getirdiği güçsüzlüğü gidermenin yolunu, zaten insan sayılmayan insanlara karşı ilkesizlik olarak buldu. İşte bu ilkesizlik onları maymuna dönüştürdü. Kendilerinden nefret eden insanlığa karşı türlü şaklabanlıklar yaptılar, eğlencesi oldular. Bu arada güç ve para kazanmak için en iğrenç yöntemleri bile kullanmaktan çekinmediler. Tefecilik denince akla “Yahudi Tüccar” gelir oldu. Fuhuş sektörünün sahibi oldular. Kızlarını, eşlerini kullandılar. Sadece kendilerini insan gören bu aşağılık azınlık zihniyet, insanlığın en aşağılık fiillerinin uygulayıcısına dönüştü. Ama ödenen bedeller ağırlaştıkça, ibret almak yerine azınlık faşizmini ve kin ateşini daha da körüklediler. İşte lanetlenecek zihniyet böyle doğar.
Bu kirli fiiller ile toplanmış sermayeyi, dünyanın ekonomisini, medyasını, felsefesini, siyasi bürokrasisini, sanatını, teknolojisini…ele geçirmek için kullandılar. Şimdi ele geçirmiş de görünüyorlar. Ele geçirilmiş bu gücü, insanlığı ifsad için, parçalara bölüp, kendi aralarında savaştırıp güçsüz kılmak için kullanıyorlardı. Son zamanlarda artık vahşeti direk kendi elleri ile gerçekleştiriyorlar. Hem de bir azınlığı değil tüm insanlığı, kendilerinin aksine, kin ve nefret üzerine değil, temiz bir fıtrat üzerine getirme idealine sahip Müslümanlara karşı.