Ramazan orucunun Ağustos ayına denk geldiği yıllarda; Çukurova'nın beyin kaynatan sıcaklarında iftara sağ salim kavuşabilmek için serinletici aktiviteler yapardık.
Orucu hafif hasarla tamamlayabilmek için komşu esnaflarla, her öğlen sonu toplanır, birkaç yüz metre uzağımızda bulunan Berdan nehrine giderdik.
Elbiselerimizle Toros dağlarından akarak gelen suya kendimizi atar, yarım saat boyunca ağzımıza su kaçırmamaya dikkat ederek, bitkin düşen hücrelerimizi serinletip, iftar yolculuğumuza devam ederdik.
Nehirde; yetmiş yaşlarında, sabah sekizden akşam sekize kadar, boğazına gelen suyun içinde bir kayanın üzerine oturmuş, elinde ki 999'lık tesbihiyle orucunu tamamlamaya çalışan bir amca otururdu.
Gençliğini heba eden, ömür sermayesini meyhanelerde tüketmiş olan yetmişlik amcaya, Tarsus'un ömür kısaltan sıcağında; ilk orucunu tutmak nasip olmuştu.
Az ötedeki kargılıkta kümelenmiş her yaştan insanların olduğu üç grup esrar içip, derin bir sohbete dalmışlardı.
İlk grup 10-18 yaşlarında, ikinci grup 18-35 yaşlarında, üçüncü grup ise 35 ve üzeri yaşlardan oluşuyordu.
İlk iki grubun sıralarından geçen üçüncü grubun sakinleri, yılları devirmelerine rağmen, önlerine çıkan onlarca fırsatı değerlendirip kirli hayatlarından dönüş yapmamış, aile sahibi olamamış, düzgün bir hayat kurmamışlardı.
35 yaş üstü adamların hiç birisinin evi yoktu. Parçalanmış ailelerin, kumarbaz, alkolik babaların evlatları olan, sağda solda banklarda, barakalarda yaşayan bu adamlar, soğuk bir kış günü donarak öleceklerdi.
Bir kış günü kaldırımda, bir bankta cesedi bulunacak bu adamların, İzmir’de yangında ölen masum çocukların, İstanbul’da mezarlıkta öldürülen Şirin’in, hepsinin yaşadığı sefil hayatlarının sorumlusu kimlerdi?
Kendileri mi? Kaderleri mi? Aileleri mi? Sosyal devlet anlayışını kuramayan hükümet mi?
Hâlbuki kader bizi ne iyi ne de kötü yapardı; bize sadece maddeyi ve tohumu verir; ondan daha güçlü olan ruhumuz bunu hoşuna gittiği gibi çevirir ve uygulardı.
Sanat adı altında soytarılara milyon dolarlar ödeyen belediyelerin, gelir adaletsizliğini zirveye çıkaran devletin ilgili kurumlarının; hayatın olağan akışına aykırı, tüm mantık kurallarının aksine sürmekte olan böyle bir hayatı, berbat bir durumu trajediye dönmeden önce kurtarması gerekirdi.
Aileleri tarafından "saldım çayıra, Mevla kayıra" mantığıyla sokağa salınan, dilendirilen, ayakları çıplak, kirden katman katman olmuş, büyüyünce birer suç makinesine dönüşecek tüm bu çocuklar devlet korumasına alınmalıdır.
Yan tarafımızda bulunan küçük bahçemizde her yıl bir kaç kedi doğum yapar. Yavrularını büyütüp uğurlayana kadar, yanlarına kimseyi yaklaştırmazlar, 24 saat boyunca dışarıdan gelecek tehlikelere karşı uyanık olurlar. Korkak diye tanımladığımız kedi vahşi bir aslana dönüşürdü.
Kedi, köpek, dağdaki tilki dahi yavrularını koruyup, kollarken, yetişkin insanların kendi sorumluluklarının farkında olmaları gerekir.
Çocuklarımız bize Allah'ın verdiği en büyük nimet ve emanetlerdir. Sorumluluklarımızı bildikten sonra; Allah’tan talep etmemiz gerekir.
Rabbimiz emanetlerini geri alıp, acılarını dindirdi. Cennette oynasınlar kardeşçe, çocukça, günahsızca ve doyasıya.
Çocuklarımızı sağlıklı bir aile ortamında, sevgi ve güzel ahlakla yetiştirmek öncelikli görevimizdir.
Üç beş bohça hazırlamakla, "duvarlara hoş geldin bebeğim" yazıları asmakla iş bitmiyor.
Onların eğitimlerine, psikolojik, sosyal, kültürel gelişmelerine, dini ve ahlaki terbiyelerine özen göstermemiz gerekir.