Bu yazımızı Neml/44. ayeti bağlamında Belkıs ve Lücce Hadisesindeki iktisadi gücü anlamaya çalışacağız: Hz. Süleyman’ın besmele ile davet edip, Lücceyi göstermesiyle siyaset ve iktidisadın iç içe olduğunu görüyoruz. Birçok yazımızda da belirttiğimiz gibi iktisat ve siyaset biri diğerinden ayrılmayan ikizlerdir.
Bugün Alem-i İslam’in, bireysel mal biriktirme hırsı ile ümmetin mali gücü elinde tutmasını birbirinden ayrı olduğunu Kur’an’ın tasvir ettiği gibi tahayyul etmediği kanaatindeyim.
İslam düşünce sisteminin iki temel kaynağından biri olan Kur’an’da konu nakış nakış işlenmiştir. Bu yazımızda anlamaya çalıştığımız ayetlerde, toplumsal mali güce bir gönderme yaptığını görürüz. Mesela Kur’an zekat vermede hiçbir zaman “zekatını ver” diye bireysel bir talep kipi kullanmaz. Halbuki zekat her şahsın malına belli bir mali nisaba ulaşması halinde kişiye düşen bireysel bir farizadır. Yine “Mallarıyla canlarıyla cihad edin-ederler” ayetlerinde de mali gücün toplumsal yapının emrinde olma gerekliliğine ciddi bir atıf yapılmaktadır.
İslam, dünyadaki iktisadi gücün nefsin emrine girmesini yasaklar. Tevhide inanmayan toplumlar da nefsin emrine esir düştükleri için o gücün onlarda olmasını da bu sebeple zararlı görür. Bu her iki halde de nefis mali gücü kendi emrinde gördüğü müddetçe azgınlaşır ve o mali güç onu Yüce Allah’a karşı isyana götürür. Fakat, tevhidin toplum yapısında iktisadi güç, nefsin emrinden alınarak toplumun gücüne destek olmak tercih edilir. Zekat ve mali infak sevap ve sorumluluk bağlamında kişisel olduğu halde vermenin cem’i dediğimiz çoğul kipiyle zikredilmesini topluma bakan sosyal ve siyasal bir manada anlamak mümkündür. Hem de mali gücün biri namazla diğeri toplumsal kalkınma ve güvenlik boyutu olan cihatla yan yana mükerrer ve çokça zikredilmesini de yine bu manada anlamamız gerekir.
Böylece zekatın namazla zikredilmesinin ibadet boyutunu, toplumun güven ve huzuru için de cihadın canla beraber mal ile çokça zikredilmesiyle İslam’ın davet yolunda yardımcı iki etken olduğunu göstermektedir.
İşte bunun Kur’an’daki delillerinden biri de Hz. Süleyman ve Melike’yi davet ettiği esnada tevhidin iktisadi gücü karşısında Yüce Allah’a teslim olup Müslüman olmasında bir daha görüyoruz. Çünkü, bu sahneden önce Melike, Hz. Süleyman’a (as) “Sus(!)” payı hediyeler göndermişti. Neml/35. Hz. Süleyman da “Etümidduneni bi malin” “Bana mal getirerek mi yardımda bulunuyorsunuz?” diye önce kendisinin mala bakış açısı ile o kavmin mala bakış açısındaki farka dikkat çekmiştir. Daha sonra, malın toplumsal epistemolojide olan yerini zikreder. Bütün bunlara rağmen “benim gözümde malın bir kıymeti yoktur” demiyor.
Hz. Süleyman “Fema ataniyellahu hayrun mimma ataküm” “Yüce Allah’ın bana verdiği mal, sizin bana getirdiğinizden daha hayırlıdır” der. Bu sahnede Hz. Süleyman malın Yüce Allah tarafından kendisine verildiğini zikrederek temvilin tevhitteki yerinin Müslüman’ın ruhunda “Allah’ın bana verdiği mal” diyerek bir akide boyutuna gönderme yapıyor. Melike’den gelen mal ile asıl Malik’ten gelme tahayyülü arasındaki farka dikkat çekmiştir.
Melike daveti kabul edip Hz. Süleyman’ın sarayına girdiğinde iktisadi gücün önünde hayretlerini şu şekilde ifade eder; “inni zelemtü nefsi ve eslemtü me’a süleymane” (Neml/44). Melike, Süleymanın iktisadi gücünü “lücce ve kevariresi”ni görünce İslam’a girdiği ifadesi bize, malın kesinlikle toplumsal gücü takviye ettiğini göstermiştir. Mal Allah’ındır. Onun din düşmanlarının elinde olmasını asla uygun görmez.