Gazze’de aylardır yaşanan toplu katliamlara,
Yiyecek-içecek, ilaç girişinin engellenmesine,
Dokunulması Uluslararası hukuka göre yasak olan cami, okul, hastane ve sivillerin topluca bulunduğu yerlerin tonlarca ağırlıkta bombalarla vurulmasına
Gazetecilerin, insani yardım çalışanlarının öldürülmesine ve daha bin bir türlü caniliklere
Soykırım diyoruz ama soykırım kelimesi bile Gazze'de yaşanan vahşeti karşılamaya yeterli gelmiyor.
Her gün yeni vahşet, yeni bir canavarlık ekranlara düşüyor.
Siyonizmin Gazze'de yaşattığı vahşet karşısında yüreklerimiz yangın yerine dönmüşken, onlar her öldürdükleri bebek, çocuk ve hamile kadınlar için sevinç naraları atıyor. Kutlama video ve resimleri paylaşıyor.
Tıpkı Irak ve Afganistan'ı işgal eden Amerikan askerlerinin işkence ve tecavüz ettikleri Müslümanlarla zulmün hatıra fotoğrafını çektirdikleri gibi...
Aslında İslam diyarları, 100 yıldır dünyaya kurumlarıyla, felsefesiyle, sosyal bilimleriyle, kültürüyle pazarlanan Batı'nın, kendi savunduğu ve yücelttiği değerlerle çatışmasının bir arenası.
Bir yandan Siyonist israil'e, Amerika başta olmak üzere silah ve mühimmat desteğini koşulsuz sağlayan Batılı Ülkeler diğer yandan medeniyet ve insani değerlerin temsilcileri olarak poz veriyorlar.
Batılı olmayan ülkeleri geri kalmışlıkla, çağdışılıkla itham eden, kendilerinin dayattığı eğitim, siyasi, iktisadi, sosyal ve hukuk sistemleri uygulanmadıkça, ilerlemenin, kalkınmanın ve hatta insanlaşmanın mümkün olmayacağını dayatan Batılılar yeryüzündeki tüm savaş ve katliamların aynı zamanda mimarları...
Sözde tüm insanların, özelde kadınların, çocukların, hayvanların haklarını koruma adına evrensel hukuk kuralları oluşturup uluslararası anlaşmalarla BM'ye bağlı olan ülkelere dayatan, bu hakların korunması noktasında garantörlük yapan ve kurduğu mekanizmalarla denetleme ve yaptırım gücünü elinde bulunduranlar yine onlar.
Kurdukları düzene sadık ve bağımlı kalma şartıyla ancak yeryüzünde herkes için adalet, kardeşlik, barış, özgürlük ve refah tesis edilecekti. Modern sistemin fikir babaları yeryüzü cennetini böyle tasvir etmişti.
Sözde bu amaçlarla BM başta olmak üzere kurdukları uluslararası kurumlara evrensel bir kılıf giydirseler de bu kurumlar sadece Batılıların çıkarlarına hizmet etti. Bu sayede İngilizlerin adını Ortadoğu olarak koyduğu ve içinde Türkiye'nin de bulunduğu İslam diyarlarında gelişme ve kalkınmayı engelleyip, kendilerine bağımlı kılacak bir sömürü ağını oluşturdular.
İslam diyarlarında oluşturdukları sömürü ağı karşısında 100 yıldır İslam ülkeleri tam anlamıyla bir bağımsızlık hamlesi gerçekleştiremedi. Allah'ın kendilerine dünyanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini bahşettiği, aslında gücün sahibi olan İslam alemi 57 ülkesiyle, dünyanın en kalabalık ordusuyla üçüncü bir blok oluşturmadı. Kendini temsil kabiliyetinden yoksun kaldı. Kendi ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri birliğini oluşturma adına bir aksiyon ortaya koymadı.
Yetmiş beş yıldır Filistin'de yakılan ateşi söndürmek şöyle dursun o ateşin kendi ülkesine dağılmasına engel olabilecek bir güce dahi ulaşamadı.
İslam aleminin abisi, reisi olarak kendisini gören CB Erdoğan 20 yıllık iktidarında İslam ülkelerini birleştirecek bir rol üstlenmedi. AK Parti Hükümeti gün geçtikçe Batıya daha fazla teslimiyetçi politikalar izledi. Bugün refah sınır kapısından yardımları içeri geçirecek ufacık bir etkiye dahi sahip değil. Batıya ve Siyonizme verdiği tavizler yüzünden Türkiye'den Siyonizmi beslemek ve bomba yapımında kullanmak üzere giden malzemeleri taşıyan gemileri durduramayacak kadar gücünü tüketmiş durumda.
İslam alemi bu tükenmişlikten ya İttihad-ı İslam ile kurtulacak ya da bu zillet Allah muhafaza arkasından daha büyük zilletleri getirecek.