Naşit Tutar

Toplumsal bir yara: Kan davaları

23.12.2024 01:00:42 / Naşit Tutar

Ülkemizde, özellikle Doğu ve Güneydoğu illerimizde toplumsal bir yara olarak halen varlığını sürdüren kan davaları, insanların hayatlarını olumsuz yönde etkilemekte, ekonomik hayatlarını baltalamakta, aileleri parçalamakta, zorunlu göçlerin yaşanmasına yol açmakta, aileler ve aşiretler arasına düşmanlık, kin, nefret, intikam gibi menfi duyguların kök salmasına neden olmaktadır.

Toplumumuzun his ve yiğitlik toplumu oluşu, haksızlığı hiçbir şekilde kabullenmeyişi, bir an sonrasını düşünemeyecek şekilde öfkesini kontrol edemeyişi ve en önemlisi sükûneti korkaklık, en sert karşılığı vermeyi cesaret gören bir anlayışa sahip olması, kan davasına dönüşen cinayetleri tetikleyen sebeplerin başında gelmektedir.

Onur ve şeref kavramlarının bağlamından kopartılması da kan davalarının devamlılığını sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Buna adalet sistemine olan güvensizlik nedeniyle bireylerin kendi adaletlerini kendilerinin sağlamak istemesini; toprak, su ve diğer kaynaklar üzerindeki anlaşmazlıkları; intikam alma, şeref ve namus gibi kültürel değerlerin yanlış yorumlanmasının, kan davalarını meşrulaştırmasını; eğitim seviyesinin düşük olması sebebiyle bireylerin sorunları şiddetle çözme eğiliminde olmalarını da ekleyebiliriz.

Kan davasına giden süreç, çoğu zaman insanı hayrette bırakacak kadar küçük, incir çekirdeğini doldurmayacak kadar ehemmiyetsiz bir sebep olabilir. Küçücük bir tartışma, bir karışlık toprak anlaşmazlığı, bir keçinin arazi sınırını ihlal etmesi, havlayan bir köpeğe taş atılması, bazen bir tavuk, bazen ehemmiyetsiz bir borç vs. gibi basit nedenler, birçok insanın öldüğü kan davalarına dönüşebilmektedir.

Toplumumuz İslam’la yoğrulmasına, bütün gelenek, görenek, örf ve adetlerini İslam’dan almasına rağmen cahiliye kalıntısı olan kan davaları yüzyıllardır var olmaya ve hayatiyetini sürdürmeye devam etmekte, bireylerin ve toplumların yaşamlarını derinden etkilemektedir. Bu etkilerin başında hiç şüphesiz can emniyeti gelmektedir. Çünkü kan davalarında aşiretin üyesi veya cinayeti işlemiş olanın uzaktan bir akrabası olmak hatta o kişiyle aynı köyde oturmak bile kurşunların hedefi olmak için yeterli bir sebeptir. Sırf bu yüzden insanlar mal-mülklerini bırakarak doğdukları yerleri terk etmek zorunda kalmakta, gittikleri yerlerde perişan duruma düşmekte, buna rağmen can korkusu yaşamaya devam etmektedirler. Kan davası öylesine bir cehalettir ki yurtdışında yaşayanlar bile kendilerini güvende hissedememekte, işlerine gidememekte, dükkanlarını açamamakta, can korkusu yüzünden evlerine kapanmakta, bu yüzden hem maddi hem de manevi zararlara uğramaktadırlar.

Toplumsal yapıyı her açıdan olumsuz etkileyen, can ve mal emniyetini ortadan kaldıran, ailelerin parçalanmasına, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin bozulmasına, toplumda kin ve nefretin yayılmasına sebep olan kan davalarının yegâne çözümü, İslami öğretinin toplumsal kabulüyle mümkündür. İslam’a göre insanın canı, malı, namusu, haysiyeti, tüm hak ve özgürlükleri dokunulmazdır. Yüce Dinimiz, kan davaları yerine kısası esas almış, hiç kimsenin başkasının suçu yüzünden cezalandırılamayacağını hükme bağlamıştır. Peygamber Efendimiz (sav), Veda Hutbesinde; “Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalib’in torunu İyas bin Rebîa’nın kan davasıdır...” diye buyurarak İslam toplumlarında, cahiliye kalıntısı kan davalarının olamayacağını ferman buyurmuştur. Yine Veda Hutbesi’nde Efendimiz (sav) hiç kimsenin başkasının suçundan dolayı cezalandırılamayacağını beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.”

Bu ilkelere inanan ve Rabbimizin; “Bir insanı haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir” fermanına teslim olan birisinin, cahiliye kalıntısı olan kan davalarından uzak durmaması mümkün müdür?

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar