İslam, mutedil bir dindir; ne mekanı ihmal eder ne de mekana tapılmasına izin verir. Bir mekanı tapıcılığa dönüştürmeden önemsemek, İslam`ın ilk günden öğrettiği mutedil bir tutumdur.

Tapma ile sevme arasındaki fark, bu yüce dinin bize öğrettiği en temel esaslardandır.

Ka`be, mukaddestir; Ka`be`yi ziyaret ederiz ama Ka`be`ye tapmayız.

Mescid-i Nebevî mukaddestir, Mescid-i Nebevî, hassaten Ravza-ı Mutahharra`yı ziyaret ederiz ama tapmayız.

Mescid-i Aksa mukaddestir, Mescid-i Aksa`yı sever ama tapmayız.

Ne var ki Müslümanlar arasında iki topluluk, bu husustaki ölçüleri aştı; onlardan biri her mekanı neredeyse Ka`be gibi kutsadı, dört bir yanı acayip makamlara dönüştürdü, altınlarla süsleme, etrafında dönme noktasına vardırdı.

Diğeri ise İslam`daki mukaddes mekan kavramını Mekke Haremi ve Mescid-i Nebevî ile sınırlandırdı; hatta önceki çağlara has bir tutumla, Mekke Haremi`ni kutsuyor, Mescid-i Nebevî`yi ise hani elinden gelse ziyaret etmeyin, diyecek bir hale büründü, oraya varan her ziyaretçiyi rahatsız edecek, zihnini bulandıracak saçma sapan uyarılara maruz bırakıyor.

Sahi, bu halde olanlar için, açık bir dille ifade etmek gerekirse Suudi Arabistan için Mescid-i Aksa ne ifade eder? İslam büyüklerinin medfun olduğu Cennetü`l-Bakî`yi dahi dümdüz eden, İslam`ın Medine`sinde Uhud şehidlerinin makberlerini vahalardaki sahipsiz mezarlara benzeten, maziyi yıkıp onun üzerine çirkin Batılı yapıları diken bir Suudi yönetimi neden Mescid-i Aksa ile ilgilensin ki…

Suudi Arabistan ile israil, Suudi Arabistan ile Amerika arasındaki ilişkileri belirleyen elbette manevi hassasiyetler değildir. Ama manevi hassasiyetler, bu tür ilişkiler için psikolojik bir zemin hazırlar. Suudi`nin Filistin konusundaki duyarsızlığı, vurdumduymazlığı bu psikolojik alt yapı söz konusu olmadan oluşabilir mi?

30 Mayıs Mavi Marmara şehidlerinin şehadetlerinin yıldönümüydü. Allah rahmet eylesin… Acaba Suudi tarihinde böyle bir vakadan, böyle bir Kudüs aşkından söz edilebilir mi?

Ve bugün,

Mescid-i Aksa Haçlı Seferleri`nden bu yana kendisini bu kadar tehdit altında görmemişti. İsrail, sonuna kadar serbest…

Geçmişte Suriye`de siyasi büro olarak konumlanan, Mısır üzerinden ise ticari kazanımlar sağlayan HAMAS, tarihi bir yalnızlık yaşıyor. Türkiye, 15 Temmuz kuşatmasını henüz yarabilmiş değil. ABD`nin başında her tür çılgınlığı mal etmeye müsait deli rolündeki bir akıllı var. ABD, azli gündemde olan Trump üzerinden her katliamı yapabilecek bir noktada… Afganistan, Irak ve Suriye`de katliam icrasına devam ediyor. Kimse 'Neden yapıyorsun?' diyebilecek bir durumda değil.

Suudi, İslam ordusundan, İslam NATO`sundan söz ediyor ama bu ordunun bu NATO`nun gündeminde İslam`ın istila altındaki toprakları yok, Kudüs yok… Bu hal içinde aklıma şu dizeler geldi: 'Sofi dibêje şeyhe min li vire/Le belê çuya harba Kore/Çima naçe Kutse xu nabine ma key köre (Sofi diyor ki şeyhim burada ama Kore`de savaşıyor/Neden Kudüs`e gidip kendini görmüyor, yoksa kör müdür?)

Mescid-i Aksa ile ilgili yeni bir gelişme mi var? Diyeceksiniz, değil elbette ama durum da ortada…

Bu durum karşısında Suudi nerede duruyor ya da Suudi`nin mezhepsel olarak zehirlediği kesimler… Onlar şimdi Filipinlere salınmış durumdalar, Filipin Müslümanları uzun bir mücadelenin ardından kazanımlar elde etmişken bir kez daha Afganistan ve Hindistan üzerinden Müslüman şehirlerine sızdılar, Filipin hükümetinin katliamlarından dolayı yıllarca göçmen durumuna düşmüş Marawili Müslümanlar, şimdi de bu yapılar yüzünden mülteci durumuna düşüyorlar.

Bizim itidale, ne tapma ne de reddetmeyi esas alan ana yolumuza, Sünnet-i Seniye`nin pak takipçilerinin yoluna ihtiyacımız vardır.

Onlar, Ka`be`yi imar ettiler, Kudüs için ömürlerini verdiler… Tapmadılar, sevdiler, önemsediler…

Bugün bütün susamışlığımızla İslam`ın itidalini temsil eden o mukaddes orta yolu arıyoruz.

İnşaallah bu Ramazan ona bir adım olsun yaklaşırız…