Bu yazımda siz değerli okuyucularıma Üstad Bedîüzzaman'ın ihlas risalesini öz bir şekilde sunmaya çalışacağım:

İhlası kazanmak, muhafaza etmek ve manilerini defetmek için bütün amellerde birinci esas rızayı ilahi olmalıdır. Çünkü eğer Allah razı olursa, bütün dünya darılsa önemi yoktur. Eğer Allah kabul etse, bütün halk reddetse etkisi yoktur. Allah razı olur ve kabul ederse ve hikmetini takdir ederse, biz istemesek de Allah o amelle halkı razı edip kabul ettirir ve yaptırır. Bu sebeple amelde esas gaye Allah'ın rızası olmalıdır.

Allah'ın rızasını kazanmak için ikinci esas, İslam davasına hizmet eden kardeşlerimizi tenkit etmemek ve onlara karşı fazilet üstünlüğüne girişmemektir. Çünkü insanın bir eli diğer eline, bir gözü diğer gözüne, dili kulağına, kalbi ruhuna rekabet etmez ve ayıbını ortaya koymaz. Tam aksine tüm organlar belki birbirlerinin noksanlarını tamamlar, ayıbını örter ve ihtiyacına yardım eder. Aksi takdirde insan hayatını sürdüremez. Aynı şekilde müminler ve İslam davasının hizmetkarları da bir bedenin azaları gibidirler. Dünya ve Ahiretin saadetini kazandıran bir fabrikanın çarkları gibidirler. Selamet sahiline kavuşturan bir Rabbani gemi gibidirler. Hakikaten İslam davası bu birliktelik ve ittihada ne kadar da muhtaçtır.

Birliktelik ve ittihadın durumu üç elifin durumuna benzer. Yan yana gelemezlerse güçleri üç kişinin hükmünde olur. Ama ihlasla yan yana gelirlerse, güçleri yüz on bir kişinin kuvvetine erişir. Güç ve kuvvetin tamamını o ihlaslarıyla elde ederler ki bu da ihlasın üçüncü esasıdır.

Güç ve kuvvet ihlas ile elde edilir. İhlaslı olan bir kişi bile olsa, kimi zaman on ve hatta daha fazla kişinin kuvvetine erişebilir. Kısa zamanda ulaşılamayacak mesafeleri kat edebilir. Bu ihlas cemaatte olduğu zaman kuvveti katlanır ve çok daha uzak hedeflere kısa zamanda ulaştırır. Bunun sırrı da ihlas ile dava arkadaşlarının meziyet ve güzelliklerini kendinde görmek, onların izzetini kendi izzeti kabul etmek ve onların başarılarıyla iftihar etmektir. Kardeşinde erimek, fenafi'l-uhve olmaktır. Buna erişebilmek ve ihlası muhafaza etmek için iki esas vardır ki bunlardan birincisi ölümü tefekkür etmektir.

Bir an için öldüğünü, kefene sarıldığını tabuta konulup musalla taşına yatırıldığını, kabre konulup yalnız bırakıldığını düşünmektir. İhlası zedeleyen, riyaya ve dünyaya sevk eden, tûl-i emeldir. Riyadan nefret ettiren ve ihlası kazandıran ise rabıta-i mevttir. Yani ölümünü düşünüp, dünyanın fani olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.

İhlası kuvvetlendiren ve muhafaza eden ikinci esas, Halık-ı Rahîm'in her zaman hazır ve nazır olduğunu düşünüp, ondan başkasının teveccühünü aramamaktır. Huzurunda başkalarına bakmak ve medet aramanın o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmektir. Bu yolla riyadan kurtulup ihlası kazanmaktır. İhlası zedeleyen durumlardan uzak durmaktır.

İhlası kıran ve riyaya sevk eden sebeplerden birincisi: Maddi menfaatteki rekabettir ki ihlası kırar. Hizmetin neticesini zedeler ve aynı zamanda maddî menfaati de kaçırtır. Maddî menfaati arzu edip beklemek, nefsin devreye girip menfaati başkasına kaptırmamak için hakiki bir kardeşine karşı bir rekabet damarının uyanmasına ve ihlasın zedelenmesine sebeptir.

İhlası kıran ikinci sebep: Hubb-u cahtan gelen şöhretperestliktir. Şan ve şeref perdesi altında insanların teveccühünü kazanmak, nazar-ı dikkati kendine çekmek, enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir. İşte bu riyaya kapı açar ve ihlası zedeler.

Mevla'm ihlası zedelenenlerden eylemesin diyor ve sizi Allah'a emanet ediyorum.