• DOLAR 32.248
  • EURO 34.787
  • ALTIN 2461.4
  • ...
Hak Üzere Sabredenler Kazanmıştır
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İnsanın tüm ve en büyük sermayesi zamandır. Bu sermayesini doğru şekilde değerlendirdiği oranda kâr elde eder, aksi halde külliyen zarardadır. Bunun ortası da yoktur. Yani sermayenin aslının olduğu gibi korunması diye bir şey ...
وَالْعَصْرِ ﴿1﴾ إِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ ﴿2﴾ إِلاَّ الَّذِينَ أَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ﴿3﴾

Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. ﴾1-2﴿ Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). ﴾3﴿

İnsanın tüm ve en büyük sermayesi zamandır. Bu sermayesini doğru şekilde değerlendirdiği oranda kâr elde eder, aksi halde külliyen zarardadır. Bunun ortası da yoktur. Yani sermayenin aslının olduğu gibi korunması diye bir şey söz konusu değildir. Zira zaman denilen sermaye durağan değil bir ırmak misali sürekli akıp giden bir olgudur. Irmağın suyu ya değerlendirilir ve onunla nafi’ ürünler elde edilir veya başıboş bırakılır. Bu durumda da heder edilmiş olur ki zararın ta kendisidir bu hal. Bazen de Allah muhafaza kontrolsüz bir şekilde salınır, mamur yerleri basar ve büyük hasarlara, telafisi belki de mümkün olmayan tahribatlara neden olur. Bunun bedeli de hem dünyada hem de ukbada çok ağır olur.

Zaman içerisinde öyle anlar var ki bu zamanların içerisinde barındırdığı öyle manalar var ki en mükemmel bir titizlik ve gayretle değerlendirmeyi hak eder. Zira bu zamanlardaki ticaret diğer zamanları katlar. Tıpkı benzer şekildeki mekânlar gibi… Her yer Allah (cc)’ın arzıdır. Ama bazı yerler var ki bütün insanlar nezdinde sahip olunma isteğinin depreştirir. Bu bazen dünyevi bazı hesaplar yüzünden olabilir, bazen de manevi bazı hikmetler dolayısıyla da olabilir. Örneğin Ortadoğu gibi bir coğrafya dünyevi hesaplar dolayısıyla hiç kimsenin ondan vazgeçemeyeceği topraklardır. Mekke, Medine veya Kudüs ise maneviyatı dolayısı ile kendisi ile ilgili hesabı olmayan neredeyse tek bir insan dahi yoktur. İçerdiği manevi değerler dolayısı ile buralarda yapılan ibadetler diğer mekanlardaki ibadetleri katlar. Bunun hikmetini de tam olarak Allah (cc)’tan başkası bilmez.

İşte zamanlar da aynen böyledir. Her gün, her günün her saati Allah (cc) tarafından yaratılmışlardır ama Leyle-i Kadr’in değeri ile sıradan herhangi bir günün değeri kıyaslanamaz. Yine Cuma saati ile herhangi başka bir saatin değeri kıyas dahi edilemez.

Dinimiz zamanları barındırdıkları manalar itibari ile ayırmış, tıpkı mekânları ayırdığı gibi… En değerli zamanların içerisine en değerli ibadetleri/farzları yerleştirmiş tıpkı en değerli mekânları en değerli ibadetlere/farzlara mekân kıldığı gibi… Örneğin gün içerisinde en önemli saatler olan fecr, zuhr, asr, mağrib, işa vakitlerinde namaz gibi İslam’ın en büyük ibadetini yerleştirmiş ki bu zamanlar Üstadın işareti ile fecr; kainatın yaratılış anına, insanın doğumuna; zuhr; dünyanın yaradılışına insanın gençlik haline; asr: Hz. Resulullah (s.a.v)’ın gönderiliş zamanına, insanın ihtiyarlık zamanına; mağrib; insanın ölümüne, kıyametin kopmasına; işa; insanın eserlerinin de kendisinden unutulmak suretiyle ölümüne, haşr zamanına delalet ediyor. Dolayısı ile bu dehşet verici büyüklükteki manalara delalet eden zamanlarda Allah (cc)’ı zikretmek gerek, ki en büyük zikir namazdır, o yüzden Allahu Teâlâ bu zamanlarda farz namazları farz kılmıştır. Yine mekânların en değerlisi Kâbe’dir. Ömür’de en az bir kere gücü yeten Müslüman’ın burayı Haccetmesi farzdır.

Şu an tamamı değerli kılınmış, değerlendirilmeyi hakkeden zamanın arefesindeyiz. İslam alemi için en değerli zamanlardan olan üçayların arifesinde… Allahu Teâlâ yıllık ibadetimiz olan bir aylık orucu bu üç aylardan olan Ramazan münhasır kılmış… diğer iki ay olan Receb ve Şaban ise Ramazan’ın mukaddimesidirler… eğer örneklemek gerekirse abdest ve ravatıblar farz namazlar için ne ise bu iki ay da Ramazan için bu mesabededir. Ramazan’dan tam istifade edilmek isteniyorsa bu iki ayda gerekli olan hazırlıklarımızı, donanım ve techizatımızı tam olarak yapmalıyız. Aksi halde istenilen faydayı Ramazandan elde etmemiz mümkün olmayacaktır. Nasıl sünnet namazlarla ön hazırlıklar yapılmadan namazlardan istenilen huşunun yakalanmasının, dolayısıyla istenilen istifadenin elde edilmesinin imkanı yoktur.

Bu sebeple biz de bu ayki tefsir konusu olarak zamanın ehemmiyetini ve en mükemmel şekilde değerlendirilmesini konu alan “Asr Suresi”ni aldık…

Asr Suresi’nin tefsirine geçmeden önce İmam Şafii (r.a)’nin: “Eğer Kur`an’dan sadece Asr Suresi tek nazil olsaydı bu bile insanlığın hidayeti için kifayet ederdi.” Sözü Asr Suresi’nin taşıdığı büyük misyonu ifade etmeye yeterli olur kanaatindeyiz.

El-Mizan’ın sahibi ise; Kur`an’ın bütün makasıdlarını en veciz beyanla ifade eden suredir, deyip bundan dolayı Mekki olması da Medeni olması da ihtimal dahilindedir, ancak -hem gelen rivayetler dolayısı ile hem de – Mekki surelerin özelliklerini daha çok barındırdığı için Mekki olması daha yüksek bir ihtimaldir, der.

وَالْعَصْرِ (Andolsun zamana ki) burada Asr ile kast edilen Hz. Resulullah (s.a.v)’ın zamanıdır, denilmiştir. Zira İslam nurunun bir daha söndürülmemek üzere doğduğu zamandır, gerçeği ile delillendiriyorlar bu görüşü savunanlar.

Asr ile ikindi vaktinin kast edildiği de söylenmiştir. Zira ikindi vakti günün bitip gecenin başladığı anın girişidir. Gün ve gece de insan psikolojisi üzerinde değişik etkiler bırakan iki zaman dilimidir. Aynı şekilde ömrün bitmeye yüz tuttuğunu ifade eden bir dilimdir. Dolayısı ile hüsranda olan insanın daha meteyakkız olmasını işmam eden bir dilimdir.

Kimileri de burada kast edilenin ikindi namazı olduğunu söylemişlerdir. Zira ikindi namazı gece ile gündüzün namazları içinde vusta olan namazdır ki Kur`an Kerim’de Allahu Teâlâ vusta/orta namaza özel bir ihtimam gösterilmesini emretmiştir. Bu surede de bir kere daha bu namazın ehemmiyetine dikkat çekilmiştir, diyorlar.

Ancak en çok rağbet gören görüş burada Asr ile kast edilenin bütün zaman yani dehr olduğudur. Muhammed Hüseyin Fadlallah da bu görüşü benimseyip şu izahatta bulunur. Asr ile ilgili yapılan bu yorumların hepsi lafzın tahsis edilmesidir. Oysa diğer ayette insan cinsinin hüsranına işaret edilirken Nass lafzı tahsis edilmediğine göre bu lafız da tahsis edilmemeli. Hem insan, ömrünün tamamı zamanla beraber yaşamaktadır. Dolayısı ile Asr’ın dehr manasında olması daha uygundur.

إِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ insan gerçekten ziyan içindedir. Burada Nass ibaresi cins mana kullanılmış olup insan cinsi olarak tabir edilen her ne varsa diye manalandırılır. Ancak Dahhak istisna olarak burada Hz. Resulullah (s.a.v)’a şiddetli düşmanlık yapan bir grup olduğunu söylemiştir ki bunlar: Velid b. Muğire, As b. Vail, Esved b. Abdulmuttalib b. Esed b. Abdiluzza olduğunu söylemiştir.

Husr ibaresi ile de zarar, re’s malın heder edilmesi kast edilmiştir. Ehfeş ise burada Husr ibaresi ile helak kastediliyor demiş. Fadlallah şöyle güzel açıklama yapar; “Kâr ve zarar birbirine muadil belli sebeplere boyun eğmiş iki olgudurlar. Yaşam serüveninde kendisini en ala derecelere ulaştıracak, büyük değerler elde etmesini sağlayacak kârın esbabına yapışmayan insan kendisini çakılmanın mümessili olan ve esfel ile özdeşleşen zararın şiddetli kabzasında bulacaktır. İşte bu şekilde Allahu Teâlâ’nın dünya ve ahiretin kurtuluşunun vesileleri kıldığı hakikatlere yapışmayanın hasareti yaşaması kaçınılmazdır.”

إِلاَّ الَّذِينَ أَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka) İman; insanın yaradılış hakkındaki kat’i kanaatleridir. Varlığın yaratıcısı, ve müdebbiri, insan denen sorumlu mahlukun var oluşunun hikmeti hakkındaki akli ve kalbi kesin kanaatleridir. Her şeyin yaratısının ve müdebbirinin Allahu Teâlâ olduğu aklının ve kalbinin her zerresine işleyecek şekilde kani’ olmasıdır.

Üstad Seyyid Kutub: “İman, geçici, küçük ve sınırlı olan insan denen bu varlığın ezeli ve ebedi sınırsız temele bağlanmasıdır. Bu kaynağa bağlandığından dolayı yine aynı kaynaktan gelen evrenle ve bu evrene hükmeden temel yasalarla, bu evrende gizli olan güç ve enerji kaynakları ile sağlam bir bağ kurmasıdır. Böylece kendi kişisel, küçük sınırları dışına çıkarak koca evrenin genişliği içine dalması; basit, değersiz gücünün sınırlarını taşarak evrenin bilinmeyen büyük enerji kaynaklarına açılmasıdır. Kısacık ömrünün sınırlarını aşarak Allah`tan başka kimsenin bilmediği uzaklıklara doğru kanatlanmasıdır” diyor.

Salih amel ise bu imana giydirilmiş olan ceseddir. Zira iman sadece kalpte, akılda ve şuurda hapis olan ve hayata müdahale edemeyen, salt düşünceden ibaret bir hakikat değildir. Bilakis o durağan değil hareket halindedir ve içinde bulunduğu kalbin, aklın ve şuurun sahibinin hareketlerine yön verir.

Salih amel ilgili olarak da Üstad Seyyid Kutub: Amel-i salih imanın doğal ürünüdür. Çünkü iman, aktif ve harekete geçirici bir gerçektir. Amel, ihsan şeklinde insanın pratiğinde kendini gerçekleştirmeye çalışmadan insanın kalbinde ve vicdanında yerleşip duramaz. İşte İslam’ın iman anlayışı budur. Hareketsiz ve sönük halde beklemesi müminin içinden dışa çıkıp dışında kendini göstermeden gizli kalması mümkün değildir. Eğer iman bu doğal hareketini sağlayamıyorsa ya zayıftır ya da ölüdür. Tıpkı kokusunu içinde tutamayan çiçek gibi…

Hakkı tavsiye ile ilgili olarak Muhammed Hüseyin Fadlallah; “işte bu misyon, hakkın ayaklarının altından zeminin kaymaya başladığı, fikirlerin, akılların ve şuurların zelzeleye tutulduğu ve bu vesile ile insanları batıl düşüncelerin, heva ve heveslerin, hain siyasetin kucağına atılmaya çalışıldığı dönemlerde ictimai kurtuluşun yegane yoludur.”

Sabrı tavsiye ise Üstad Seyyid Kutub’un da belirttiği gibi; Sabrı tavsiye etmek de zaruridir. İman ve ameli salih üzere ayağa kalkmak, hakkın ve adaletin bekçiliğini yapmak, bireyin ve toplumun, ferdin ve cemaatin karşılaşacağı en büyük zorluklardan biridir. Bu nedenle sabretmek gerekir.

İşte zaman denen sermayeyi bu şekilde değerlendirenler en kârı elde etmişler, Rabblerinin rızasına nail olmuşlardır. Bunların dışında kalanlar ise zarardan ebediyen kurtulacak değildirler.

Bu sure Müslüman toplumun ameli reçetesidir. Onların düşünceleri, imanları ile beraber içtimai yaşantılarına hitap ediyor. Ve aynı zamanda mü`minlerin şu hakikatin farkında olmalarını istiyor; gerçekten kâr eden varsa o da sizlersiniz ve kâra doymayan tacir gibi kârınızı artırmak istiyorsanız, bu minvaldeki cehd ve gayretinizi artırın aksi halde zarar edenlerden olmasanız bile kârdan zarar edersiniz. Bu zarar da az bir zarar değildir.

Hüsranda olanların istisnası olmak için zamanımızı Rabbimizin istediği istikamette kullanmak dileğiyle, hassaten arefesinde bulunduğumuz değerli zamanlarda…

Allah (cc)’a emanet olun.

Faruk Hamza / İnzar Dergisi – Mayıs 2013

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir